...::Ş A N L I U R F A::...

kultur

Free Banner Maker

ŞANLIURFA KÜLTÜRÜ 

Yerleşim merkezi olarak milattan önceki dönemlere uzanan bir tarihe sahip olan Şanlıurfa, folklor yönünden de aynı tarihlere kadar uzanan bir seyir takip eder. Bugün engin ve derin bir folklor hazinesi olan Şanlıurfa’da yapılacak araştırma ve derlemeler, Şanlıurfa folkloru hakkında daha ayrıntılı bilgiler vereceği gibi, şu andaki folklorumuza daha değişik boyutlar getirecektir.

Tarih seyri içinde birçok konuda olduğu gibi Şanlıurfa folklorunda da değişmeler ve etkilenmeler olmuştur.

Cumhuriyet dönemindeki kültür değişimleri sınırlı da olsa bu alanda da etkisini göstermiş, kültür hayatımızda yeni kurumlar yerini almış, kültür hayatımızın önemli unsurlarından giyim kuşam, gelenek ve görenekler gibi folklorumuzun birçok konularında değişiklikler olmuştur.

   

Güneydoğu Anadolu Projesine bağlı olarak son yıllarda Şanlıurfa’daki nüfus artışı, kültür değişimi sürecini hızlandırmış ve bu süreç artarak devam etmektedir.

Bugün, sıra gecesi, dağ yatısı, düğün, nişan, gelin hamamı gibi birçok gelenek bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Sanayileşme, nüfus artışı ve teknolojinin gelişmesi, bugün mevcut olan birçok özgün halk kültürü ürününün zamanla yok olmasına, bir kısmının da değişmesine neden olacaktır.

 Şanlıurfa denince akla ilk olarak Balıklıgölü, türküleri, türkücüleri, yanık hoyratları, sıra geceleri, çiğköftesi gelir. Bunların dışında Şanlıurfa folkloruyla ilgili, gelenek ve görenekler, atasözleri, beddular, bilmeceler, halk hikâyeleri, masallar, halk ilaçları, çocuk oyunları, el sanatları, efsâneler gibi birçok konu Şanlıurfa folklorunun ayrılmaz parçalarıdır.

Halk Kültürü
 
Şanlıurfa Sosyal Hayatında Gelenekler
Şanlıurfa'da günlük hayat oldukça renkli ve canlıdır. Urfalılar'ın sosyal ve günlük yaşantılarında, başka yerlerde olmayan, görülmeyen özellik ve motifler vardır. Günlük hayattaki gelenekler, çoğu kez mevsimlere göre şehir merkezi ile kırsal kesimdeki hayat arasında farklılıklar gözlenir.
 
Sahaniye
Şanlıurfa'ya özgü bir toplantı ve eğlence biçimidir. Genelde orta yaş arkadaşlar arasında yapılır. Kaç kişi arasında olacağına dair kesin bir kural yoktur. Sahaniye gezecek arkadaşların çok samimi ve akran olması gerekir. Sahaniye'de arkadaşlıklar daha da pekişik ve ilerler. Sahaniye gezmeleri genelde kış aylarında, özellikle ramazanlarda olur. Belirli bir arkadaş grubu ya belirli bir yerde, bir odada toplanırlar, ya da herbirinin evinde sırayla birer gece toplanırlar. Üst üste her gece olabileceği gibi, gün aşırı ya da haftada 2-3 gece de yapılabilir.
Sahaniyede genel kural, herkesin evde pişirilen yemekten toplanılacak yere getirmesidir. Sözgelimi, arkadaş grubu 8 kişiyse o gece sofraya 8 çeşit yemek konulmuş olur. Sahaniyede bazen yemekler ve tatlılar, arkadaşlar arasında taksim edilir. 8 kişi 2 gruba da ayrılabilir 4 kişi bir gece, diğer 4 kişi de başka bir gece yapar. Sahaniyede yemek, genelde yer sofrasında yenilir. Ev sahibi-misafir ayrımı yoktur. Herkes ev sahibi gibi hizmet eder, sofrayı hazırlar. Sözgelimi çiğköfte yapılacak ise, köfteyi en iyi yoğurabilen yoğurur. Köfte olunca ayran mutlaka olur. Yemekten sonra da tatlı yenir.
Gerek yemek ve gerekse tatlılar mutlaka evde yapılır. Çarşıda pek yapılmaz ve çarşıda yaptırılan yemek ve tatlıya da sofrada itibar edilmez. Bazı evlerin kendine özgü, meşhur yemek ve tatlıları vardır. İyi hazırlanmış yemek ve tatlı getiren önce methedilir, iltifatlar yağdırılır, gururu okşanır ve sonunda da ödül!) olarak bir ziyafet yüklenir.
 
Oda Geleneği
Oda, sıra gecelerine çok benzer. Aynı çevrenin arkadaşları belirli bir yerde bir oda veya bir daire tutar ve sererler. Sergi için gerekli eşya ve malzemeleri ya çarşıdan ortaklaşa alırlar, ya da herkes evinden birşeyler getirir. Bir de işleri yapacak etrafı temizleyecek bir adam tutarlar. Odanın bütün giderleri ortaklaşa ödenir.
Odada cumartesi öğleden sonra ve Pazar günleri oturulur. Odaya her gece belirli bir saatte gelinir. Orta hizmetini gören adam, daha evvel gelir. Temizliği yapar, mangalı ya da sobayı yakıp odayı ısıtır. Acı kahveyi hazırlar. Nargile içenlerin nargilelerini temizler. Odaya, sahaniye usulü yemek getirilebilindiği gibi harafane de yapılarak çeşitli yemekler ya da çiğköfte yapılır ve yenir. Odadaki yemekleri yemek yapabilenler yapar. Odada oyunlar oynanır, saz çalınıp türküler ve gazeller söylenir. Sohbet edilir, hatıralar anlatılır ve kitaplar okunur. Oda genelde her gece açılır. Bilhassa yağmurlu ve soğuk kış günlerinin pazarlarında oda alemleri çok güzeldir. Pazar günleri hava açık ve kıra gitmeye uygunsa oda arkadaşları hep birlikte kıra giderler. Bu bir köy olabileceği gibi, bahçe de olabilir.
 
Bağ-Bahçe-Dağ Gezme ve Yatı Geleneği
Bağ, bahçe dağ gezme ve yatmaları Urfalı'ya özgü bazı özellikler taşır. Kırlara bahar ve yaz aylarında gidilir. Kişi sınırlaması yoktur. 5 ila 20 arkadaş arasında değişir. Yatıya ya devamlı, ya da bir-iki geceliğine gidilir. Devamlı gidenler, daha donanımlı giderler, gedecekleri yere önce halı, kilim, keçe ve hasır gibi yere serileceklerle yataklarını götürürler. Geceleri soğuk olacağı gibi kürkler de unutulmaz. Ayrıca, gerekli mutfak malzemeleri, mangal, kebap için şiş ve kömür de götürülür. Yatıda genellikle 1-2 gün kalınabilir. Bir ay ve daha fazla kalan gruplar da olur. Kalma süresi, arkadaş grubunun durumuna göre değişir.
Cumartesi ve Pazar günleri devamlı kalınır. İş günlerinde, ise, sabah erkenden şehre gelinir, akşamları dönülür. Yemek ya sırayla yapılır, ya herkes elinden geleni yaparak ortaya koyar, ya da yemek pişirmesini bilenler devamlı yemek yapmayı üslenirler. Her grup bir adam tutar. Bu adam etrafı temizler, bulaşıkları yıkar, ateş yakar ve gerekirse şehre giderek malzeme ve yiyecek satın alır. Ulaşım ve yük taşıma aracı genellikle ya bir merkep, ya da bir beygirdir.
Geceleri sazlar, cümbüşler çalar, Davûdi sesliler gazel ve türküler okur. Bu gazel ve türküler etrafındaki komşu gruplardan duyulur. Duyanlar da, gazel, türkü ve hoyratlara cevap verirler. Bu hallerde bazen iddialaşmalar olur. Karşılıklı söylemeler sabaha kadar devam eder. Dağlarda yatıya kalmak çok eski bir gelenektir. Gitmenin, kalmanın, yemek hazırlamanın, yemek yemenin, oturmanın ve eğlenmenin bir adabı vardır. Adaba uymayanlar, taşkınlık yapanlar gruptan uzaklaştırılır.
Bir yada iki geceliğine yatıya gidenler ise, ya Cuma, ya da cumartesi akşamı gidip Pazar akşamı dönerler. Geçmişte kadınlar da kıra giderlerdi. Çarşamba ve Cumartesi günleri öğleden sonraları genellikle aile fertleri, komşu ya da akraba aile eşliğinde giderlerdi. Kadınların gittikleri gezi yerleri günümüzde artık iskan sahaları oldu, gecekondularla kaplandı. Kadınlar genellikle çiğköfte ile giderler, bazen de evde yaptıkları yemekleri götürürlerdi. Özellikle erkeklerin gittikleri başlıca dağ ve diğer mesire yerleri şunlardır:Bağ evleri, Kanlı Mağara, Delikli Mağara, Şıh Maksut, İpek Mağarası, Merkêfe, Top Dağı, Dip Karlık, Karlıklar, Dev Teşti, Halepli Bahçesi, Karaköprü, Cavsak Suyu ve Zeytinlik.
 
Harefene
Harefene akran ve samimi arkadaşlar arasında olur. Varlıklar ve gençler harefeneye pek itibar etmezler. Bu bakımdan harefene daha çok dar gelirliler arasında yapılır. Harefenede yapılan masrafları bölüşmek esastır. Tüm masrafları bir ya da iki kişi yapar. Sonra bölüşülür.
Harefene gündüz olabileceği gibi gece eğlencelerinde de olur.
 
Sünnet Düğünü
Sünnet düğününde yine küvre denilen vekil vardır. Küvre sünnet olacak çocuğu veya çocukları kucağına alarak sünnet ettirir.
Sünnet düğününden birkaç gün önce, gelecek olan misafirlere verilmek üzere yemekler hazırlanır. Sünnet düğününün belli başlı yemeği yörede tirit denilen yemektir.
Sünnet düğününden bir gün önce sünnet olacak çocuk at, atlı araba, otomobil v.s. binek hayvanı veya vasıtalardan biriyle şehirde gezdirilir. Genellikle Dergâh denilen İbrahim Halil Camii'ne götürülerek buradaki kutsal olduğuna inanılan suyla yüzü yıkanır ve içirilir.
Sünnet yapılacak günün (genelde Pazar) sabahı erken saatlerde misafirler toplanırlar. Sünnet olacak çocuğu küvre kucağına alarak sünnet yapılacak masanın yanındaki yerde oturur. Sünnet anında uyuşturucu iğne yapılmadığından, sünnet olacak çocuk acıyı duymasın diye sürekli ağzına şeker ve lokum konur. Hazırlanan yatağına yatırılır.
Yemeğe misafirler gruplar halinde alınır. Yemekten sonra ise yine acı kahve ve sigara ikram edilir.
 
Kirvelik
Türk toplumunda kirveliğin yeri ve önemi büyüktür. Urfa'da ise kirvelik çok daha başka anlamlar yüklenir, derin bağlar kurar. Oğlunu sünnet ettirecek ya da evlendirecek ailenin kirvesi yoksa, aile reisi çok iyi düşünerek, ailenin kirveliğini yapacak uygun birisini bulur. Seçilen adaya kirvelik önerilir. Aday genellikle öneriyi kabul eder. Zira, kirvelik, bir onur ve itibar meselesidir.
Kirvelik kabul edilmişse, kirveye uygun bir hediye gönderilir. Bu çocukların sünnetine ya da delikanlılarının evlenmesine işarettir. Kirve hediyesini hoşnutlukla alır. Sünnet sözkonusu ise, çocukların sünnet elbiselerini yaptırır; evlenme ise, düğün, süpha, hamam yemeği ve diğer törenleri üstlenir. Düğünde damadın elbisesini giydirir. Düğünde damadın yanıbaşında bulunur ve süpha ziyafetinde damat ile beraber tahtta oturur. Aşçıya, davulcuya, berbere, kahveciye ve gereken yerlere damat ile birlikte bol bol bahşiş verir. Damadın gerdeğe konulmasında bulunur. Düğünden sonra, uygun bir hediye ile evli çifti ziyarete gider.
Kirve, ailenin kirvesidir. Genellikle kendisine, “Kirve” diye hitap edilir. Kirve ile kirve olunan aile arasında çok sıkı ilişkiler kurulur. Bu ilişki, kan bağı kadar yoğun ve güçlüdür. İki aile artık birbirinden kız alıp vermez. Kirvenin saygınlığı ve otoritesi tartışılmaz. Kirvelik, babadan oğula geçer. Eğer arada çok önemli bir problem çıkmaz ise, kirvelik bağı asla kopmaz, devam eder. Beş-on kuşak ötelerden gelen kirvelikler vardır. Kirvenin oğlu olmaz ise, kendisinden sonra, kirvelik de noktalanmış olur
 
Şanlıurfa Evlenme Adetleri
Urfa’da eski bir adet olan eşlerin birbirlerini görmeden, görücü usulü ile evlenmeleri eskisi kadar yaygın olmamakla birlikte, bugün karşılaşılması muhtemel bir evlenme şeklidir.
Bu evlenme şeklini incelediğimizde, Urfalılar’ın örf ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını görürüz. Geleneklerine bu derece bağlı olmalarının ise başlıca üç nedeni vardır.
1. Urfalılar’ın çevre illeri ile derin bir ilgisi yoktur. Köklü ve kalabalık ailelerin bulunduğu bir yerleşim birimidir. Daha düne kadar Urfalı, kızını başka illere gelin vermez ve Urfa delikanlısı dışardan evlenmezdi.
Urfa’da yabancılara “Kerıp”, dışarıdan evlenenlere ise “Kerıpten evlenmiş, kim bilir kimin nesini almış” denilirdi.
2. Urfa, büyük ticaret ve sanayi merkezlerine uzak, bir tarım ve hayvancılık kenti olduğundan büyük yol güzergâhlarının birleştiği noktada bulunmamaktadır.
3. Bir kıyı şehri olmaması nedeniyle yerli ve yabancı turistlerin hemen hemen yok denecek kadar az olması değişmeleri kolay kolay kabul etmemesine neden olmaktadır.
Evlenme yaşına gelen delikanlının doğrudan “Ben evelenecağam” diye anne ve babasına söylemesi ayıp sayıldığından bu durumu uygun bir şekilde yakın arkadaşlarına veya başka bir kimse vasıtasıyla anne ve babasına iletir.
Haberi iletecek olan kimse erkek ise oğlanın babasına “Allah ömürlü etsin, yeğenimiz artık böyüdü, gözü damlarda duvarlarda” diyerek delikanlının evlenecek yaşa geldiğini ve bir kızın aranmasını söylemek ister. Oğlanın babası ise durumu hanımına açar. Oğlanın annesi ise “Benim de kulağıma degdi, ben de işin farkındayam” diye cevap verir. Zaten anne bu hayırlı işten daima babadan daha fazla çaba harcar.
Evlenecek yaşa gelen delikanlı ise annesinin yaptığı yemekleri, yıkadığı çamaşırları, beğenmemeye başlar. Çeşitli huzursuzluklar çıkarır.
Annesi ise “Elimden bı kadar geli, yarın avradi siye bişirir begenırsen” der. Oğlan ise konunun iyice anlaşıldığını ve verilen mesajın yerine iletildiğinin huzuru içerisinde tebessüm eder.
Anne o günden sonra gizliden gizliye kız aramaya başlar. Tanıdıklarının tavsiyelerine uyarak gelinlik çağındaki kızların evine bir bahâne ile giderek, kızın ailesinin yaşantısını kendi görüşüne göre inceler.
 
Kız İsteme
Evlenme çağına gelen erkeğin anne ve babası veya yakınları oğullarına kız aramaya başlarlar. Anne özellikle yaşlı kadın akrabalarına “Oğlumu everecağam, acaba münasip bir kız bulabilir miyem?” diye sorar. Hamamda, düğünlerde, kır gezintilerinde kızları araştırmaya, soruşturmaya başlar.
Gözüne kestirdiği bir kız olursa, ilk önce kızın yakın komşularından sormaya başlar. “Acaba bı kız nasıldır, derdimizi çekermi, gişi kızı mıdır?” Komşular ise kendilerinden sorulan genç kız tavsiye edilebilir nitelikte biri ise “Mabalı günahı boynuna” diyerek teminat verir. Şayet kızı tavsiye etmiyor ise, açık açık söylemenin de çevreye göre ayıp, dini kurallara göre günah sayıldığından “komşumuzdur ama, pek ilgimiz yoktur” diyerek istenmemesi gerektiğini ima ederler.
Oğlanın annesi daha önceden tesbit edilmiş olan kızın evine ansızın veya haberli olarak yanına yakınlarını da alarak gider. Havadan sudan konuşulduktan sonra oğlanın annesi genç kızdan bir bardak su ister. Su isteme aslında kızın yürüyüşünü, konuşma tarzını, becerikliliğini kontrol etmek, hareketlerini toptan değerlendirmektir.
Oğlan tarafı şayet kızı beğendiyse, kız orada yokken bunu fırsat bilerek kızın annesine “Allah bağışlasın, sözlüsü, nişanlısı yok mu?” diye sorarlar. Kızın annesi sorulan sorulara cevap vermezse nişanlısı, sözlüsü yok demektir.
Daha sonra oğlanın annesi ve yakınları oğullarının özelliklerinden, huyundan tahsilinden, mesleğinden bahsederler.
Kızın annesi ise oğlan tarafının bu konuşmasını dinledikten sonra “Kimlerdensiniz, nerede oturisiz, oğliz neçi?” gibi birkaç soru, oğlan evine sorar.
Oğlanın annesi ise sorulan bu sorulara cevap verdikten sonra, birkaç gün sonra tekrar bu hususta konuşmak üzere geleceklerini söyleyerek kız evinden ayrılırlar.
Oğlan tarafı birkaç gün sonra, isteme olayını gerçekleştirmek için gelindiğinde, oğlan tarafının araştırması yapıldığından, ya “Kızımız daha küçük, gelin olacak yaşta değil, daha böyügü duri, daha mektebe gidi” gibi bahanelerle kızı vermeyeceklerini söyler, veya “hele babasına sorah, ne deyi ne demi” diye cevap verirler. Bazı kız istemelerde müsbet cevap alamayan taraflar, kızın alınmasında ısrar ettikleri takdirde hoş olmayan olaylar meydana gelir.
Evlenme; çevre köylerde başlık denilen büyük bir maddi güce dayandığı için, köy gençleri bu parayı temin edemediklerinden dolayı büyük sıkıntılara düşerler. Çünkü başlık parası, kız tarafının insiyatifine kalmıştır. Tamamen kız tarafının erkekleri tarafından takdir edilir ve bu miktar karşı tarafa bildirildikten sonra kolay kolay değiştirilmez.
Başlık; bazen nakit olarak, bazen de canlı hayvan, binek vasıtası veya bir tarla olarak alınabilir.
Çevre köylerde başlık parasına az da olsa bir çözüm getirmek ve kolaylaştırmak amacıyla “Berdel” tabir edilen bir evlenme usulü vardır. Evlenme çağına gelen iki erkeğin yine evlenme çağına gelmiş olan kızkardeşlerini birbirlerine vermek suretiyle evlenmelerine yol açar. (1995 yılında dönemin Şanlıurfa Valisi Sayın T.Ziyaeddin Akbulut, bir genelgeyle başlık parasını kaldırmıştır.)
Bu usul evlenme, aile büyüklerinin rızası ile olabileceği gibi, yalnız damat adaylarının kendi aralarında karar vermesiyle de olur.
Taraflar çocuklarını birbirleriyle evlendireceklerine tamamen karar verdikten sonra, kız tarafından erkek tarafına bir mektup gönderilir. Buna “Kesim Kâğıdı” denir. Bu mektupta kız evinin oğlan evinden istedikleri yazılıdır.
Kesim kağıdında yazılı olanlar, kız evi tarafından kararlaştırılan değerlerdir.
Bir kesim kağıdı örneği:
“Bismillahirrahmanirrahim. ..... başlık, altı çift bilezik, kelepinci, elmas kolye, altı adet elbise, altı çift ayakkabı .... lira hal’et, misafir odası takımı, v.s.”
Hazırlanan kesim kağıdı kız evi tarafından bir işçi kadınla oğlan evine gönderilir. Bu mektubu getiren kadına “İndekçi” denir. Oğlan evi ise bu mektubu getiren indekçiye bahşiş verir.
Oğlan evi gelen kesim kağıdındaki şartları aynen kabul ediyorsa, kağıdın alt tarafına “hepsi kabul” diye yazar ve aynı anda mektubu aynı indekçiyle geriye gönderir.
Tamamı kabul edilmiyorsa verebileceklerini yine aynı kağıdın altına yazar ve bir gün sonra başka bir indekçiyle kız evine gönderirler.
 
Sakal Öpümü
Taraflar anlaştıktan sonra nişan yapılmadan önce oğlan evi, kız evine “Kızınızı bize verdiğiniz için teşekkür ederiz” anlamına gelen bir ziyaret yaparlar. Buna sakal öpümü veya teşekkür denir.
Oğlan evinin yaşlıları sakal öpümüne giderler. Sakal öpümüne gidecek olan oğlan evi kesimde anlaşılan başlığın tamamını veya bir kısmını beraberlerinde kızın babasına veya velisine vermek üzere götürürler. Kesimde anlaşılan başlığı ve ziynet eşyalarından bir kısmını götürmeden de gidilebilir. Bu yine tarafların anlaşmalarına bağlıdır.
Oğlan ve kız evinin kadın ve erkekleri ayrı ayrı odalarda otururlar. Birbirleriyle tanışırlar. Kız evi gelen misafirlere çeşitli meyvalar, çaylar, kahveler, çerezler genellikle de yöreye ait çiğköfte ve peynirli kadayıf ikram eder.
Nişan gününün tarihi belirlenir, nişan günü yapılması kararlaştırılan hazırlıklar konuşulur ve gece ziyaret sona erer.
 
Nişan
Urfa’da yapılan nişan törenleri başka illerimizde yapılan nişan törenlerine benzemez. Kız ve erkek birbirlerini görmeden (çok yakın akrabalıklar istisna) ve konuşmadan nişanlanırlar. Kızın istenmesinden sonra nikâh yapılıncaya kadar, damat adayının kız evine gidip gelmesi hoş karşılanmaz, dini nikâh yapılmadığı için birbirlerine görünmeleri, konuşmaları, yörenin örf ve adetlerine göre ayıp, dini kurallara göre haram ve günah sayılır.
Nişan merasiminin çevrenin adetlerine göre kız evinde yapılması gerekir. Oğlan evi tarafından birkaç kadın nişandan bir veya iki gün önce nişan şerbetinin hazırlanması için kız evine giderler.
Kız evi nişan için gerekli hazırlıkları tamamlar. Nişan günü hazırlanan şerbetleri genç kızlar misafirlere servis yaparlar.
Hazırlanan bu şerbetten damat adayının da içmesi arzulanır. Bir sürahi içerisine şerbet konur, üzerine beyaz ipek bir mendil örtülür, mendilin üzerine ise kırmızı bir kurdela ile oğlanın nişan yüzüğü bağlanır.
Kız evinin tanıdığı yaşlı bir hanım şerbeti alarak oğlan evine götürür, oğlan da yüzüğü parmağına takar ve şerbetten içerek nişanlanmış olur.
Nişan yapılan kız evinde gelin adayı giyinip hanım misafirlere “Hoş geldiyiz” diyerek misafirlerin yanında oturur.
Kirve kızı tebrik ederek oğlan evinin yaptırdığı yüzüğü onun parmağına takar. Müzik dinlenir, sohbet edilir. Mevsimine göre yiyecekler, içecekler ikram edilir, nişan merasimi bittikten sonra zılgıtlar çalınır, nikâh ve düğün günü kararlaştırıldıktan sonra misafirler dağılır.
Nişandan sonra Pazar ve Perşembe olmak üzere haftada iki gün oğlan evi tarafından kiralanan otomobillerle gelin adayı ve hanım akrabaları şehirde gezdirilir.
İki tahta çakarlar
Arasından bakarlar
Daha yaşım küçükken
Biye nişan takarlar
Hala hala heeey...
Bu gezmeler nişan gününden nikâh yapılacak güne kadar fasılalarla devam eder.
Nişanlanan erkek, kurban bayramında nişanlısına koç gönderir. Boynuzuna kırmızı eşarp ve buna bağlı bir çeyrek altınla süslenmiş olan koç hediye edilir. Buna “Gelin Kurbanı” denir. Nişanlılık devresi yaz aylarına tesadüf ederse ki, genellikle tesadüf eder, oğlan nişanlısına bahçelerde özel olarak hazırlanmış bir merkep yükü has (marul) gönderir. Gönderilen hasın üzerine gözü ve ruhu okşayıcı renklerde kumaşlar atılır. Buna da “Gelin Hası” denir.
 
Nikâh
Nikâhı iki kısımda incelemek mümkündür.
Resmi nikâha yörede “Saray Nikâhı” denir. Belediye Sarayı’nda yapıldığından bu şekilde isimlendirilir. Dini nikâha ise “Hoca Nikâhı” denir.
 
1. Resmi Nikâh: Türk Medeni Kanunu’na göre nasıl yapılacağı tarif edilmiştir. Uygulama yurdumuzun bütün illerinde aynıdır.
 
2. Dini Nikâh: Dini nikâh yapılmadan birkaç gün önce bütün akraba ve yakınları çağırmak için haber veya davetiye gönderilir.
Yörenin adetlerine göre nikâhın kız evinde yapılması gerekir. Kız evinde yapılmayan nikâhlar ayıp, başkasının evinde oğlanın nikâhının yapılması ise oğlan evine hakaret sayılır.
Dini nikâh genellikle Pazar günü erken saatlerde yapılır.
Kız evinde, oğlan evinin göndermiş olduğu malzemeler şerbet yapılarak hazırlanır. Nikâh yapılacak günün sabahı hoca gelir ve kendisine ayrılan yere oturur. Kız tarafının tanıdığı bir erkek kızın kendisine vermiş olduğu sözlü akit vekâletnamesine dayanarak söz sahibidir. Oğlan tarafından da bir erkek yine nikâh için damat adına nikâhlanma yetkisine sahiptir.
Hoca, vekillerden hangisinin kızın, hangisinin erkeğin vekili olduğunu sorar. Daha sonra vekiller hocanın dua ve sorularından sonra “Vekâletim hesabiyle aldım hellallığa kabul ettim” diyerek dini esaslara göre nikâhı kıymış olur.
Son zamanlarda Belediye Sarayı’nda her iki nikâhın da yapıldığı görülmektedir.
 
Düğün
Düğünün tarafların tesbit ettiği gün ve yerde yapılmasına karar verilir. Urfa’da evlenme düğünü denince akla iki düğün gelir.
1. Avrat Düğünü,
2. Erkek Düğünü.
Gerçekte bu iki düğünü ayrı ayrı incelememizin sebebi, avrat düğünü; kız evinin hanımları ile oğlan evinin hanımları arasında yapılır. Erkek düğünü ise sadece oğlan tarafının akraba ve tanıdıklarının katılmasıyla yapılır. Kız tarafından bir erkeğin yapılacak düğüne katılması ayıp sayılır.
 
1. Avrat Düğünü: Düğün gününden bir hafta önce taraflar akraba ve komşulara indekçi aracılığı ile haberler gönderip düğüne davet ederler. Düğün sonbahar veya kışa rastlıyorsa patpat, kavurga, ağzıyumuk, çekçek, bastık, kesme, sucuk, v.s. yiyecekler götürülür.
Gönderilen indekçiler ev ev dolaşarak düğün sahiplerinin yani kız ve oğlan tarafının davetini sözle iletirler. Haberi getiren indekçiye hanımlar bahşiş verirler.
Düğünün yapılacağı evin avlusunun büyük olması gerekir. Amaç misafir çokluğu karşısında düğün sahiplerinin mahcup olmamasıdır.
Düğünün yapıldığı gün, düğün evinde hiçbir erkek bulunmaz, daha doğrusu bulundurulmaz. Sadece evin dış kapısında bir erkek oturtulur. Bu da dışarıdan gelecek bir haberi içeri kimseyi sokmadan yüksek sesle bağırmak veya bir çocukla haberi hanımlara iletmek görevini üstlenir.
Düğünde enstrüman çalanların hiçbirinin gözü görmez. Şayet kör çalgıcı bulunamaz, gözlü müzisyen getirme zorunda kalınırsa, hanımları görmemeleri için araya perde çekilip arkasında oturtulur. Yaşlı bir kadın veya çocuk aracılığı ile müzisyenlere isteklerini iletirler. Günümüzde azda olsa bu kural geçerliliğini yitirmek üzeredir. Düğünlerin çoğu artık salonlarda yapılmaktadır.
Düğünde genellikle “dörtlü mendil”, lorke gibi mahalli oyunlar oynanır.
Düğün esnasında gelin oynatılır, gelin oynarken başına para çevrilir. Çevrilen bu paraları düğünde hizmet eden hanımlar nişanlı veya sözlü kızların başına çevirip “Ağbatı siye ola” der ve yakınında bulunanlar da “Amin” diyerek tasdik ederler.
Düğüne yemek için getirilen yiyecekler, düğüne bir süre dinlenmek için ara verildiğinde yenir. Gelenler birbirlerine yiyeceklerinden ikram ederler. Düğün öğlenden sonra başlar, gecenin geç saatlerine kadar yaklaşık 7-8 saat sürer.
 
2. Erkek Düğünü: Düğün gününden birkaç gün önceden bütün misafirlere bir erkek işçi tarafından haber gönderilir. Düğün genellikle geniş hayadı (avlusu) olan evlerde yapılır.
Düğünde; iki ayak, abravi, girani, derik, dörtlü degenek gibi mahalli oyunlar oynanır.
Bu oyunlardan dörtlü degenek oyunu oldukça maharet isteyen oyunlar olduğundan düğünün en görkemli bölümünü oluşturur. Erkek düğününün yapıldığı evin çevresinden, damlardan ve duvarlardan yüzleri bürüklü düğünü izleyen hanımlar ise zılgıt çalarak oyuna ve oyunculara heyecan ve hareket vermek için onları coştururlar.
Bu iki oyun sırasında düğünün daha da coşkulu devam etmesini isteyen düğün sahipleri ise başını yukarıya kaldırarak kadınlara hitaben “Zılgıt çalmıyanın gişisi öle” der. Bunun üzerine bütün kadınlar coşkulu bir şekilde zılgıt çalarlar veya misafirleri biraz kahkaya boğmak için “Zılgıt çalmayanın kaynanası öle” dendiğinde “İnşallah” diyerek zılgıt çalmayanlar olduğu gibi, kaynanasıyla birlikte düğüne gelenler ise ister ismez zılgıtla katılırlar.
Bir tarafta düğün ve eğlenceler devam ederken diğer tarafta davetliler için yemekler hazırlanır. Yörenin yemeklerini çok sayıda misafire hazırlamak için usta aşçılar ve hizmetçiler tutulur. Düğünün bir anında damadın yakın akraba ve arkadaşlarından birkaç büyük ve çocuklar daha önceden kız evinde hazırlanmış olan damadın çamaşırları, damatlık elbisesi, terlik ve pijaması, çorap ve ayakkabısını almak üzere çalgıcılarla birlikte çala söyleye kız evine giderler. Asbap getirmek için yola çıkan bu grup mahalle aralarında sokaklardan türkü, mani söyleyerek geçerler.
Yoğurt koydum dolaba
Bögın başım kalaba
Küçücükken böyüttün
Seni vermem Araba
Kalaylı tas ayranı
Sürmeli göz heyranı
Seni doğuran ana
Eder çifte bayramı
Ellere vay...
Kız evi önünde söylenen türkülerden sonra, damadın elbiselerinin bulunduğu siniyi bir erkek işçi başına alarak mani, türkü söyleyerek yine aynı şekilde dönüp düğün yapılan eve gelirler. Düğün evinde daha önceden hazırlanmış olan üstünde zeytin dalları ve dallara bağlanmış mumlarla bezenmiş “Güvegi Tahtı”ndaki mumlar yakılır. Uzaktan düğünü seyreden hanımlar ise zılgıt çalarak olayı şenlendirirler.
Damat ise düğün evinde boş bir odaya arkadaşları ile birlikte girer ve getirilen çamaşırları ve elbiseyi giyer. Odadan ceketsiz olarak çıkar ve kendisine ayrılan taht’ın yanına gelir. Küvre ise damadın giymediği ceketini çalgıcıların refaketinde müzik eşliğinde giydirir. Bu sırada:
Çağırın Hakko’yı
Geydirin sakkoyı
Mibarek olsın ağa küvre
Yengi de güvegi
Getirin Melegi
Geydirin yelegi
Mibarek olsın ağa küvre
Yengi de güvegi,
diye Urfa’ya özgü (damatların elbise giyerken söylenilmek için besetelenmiş olan) bu türküyü söylerler.
Bu sırada damadın elbisesinin getirildiği sini içerisinde bulunan şeker ve metal paralar havaya serpilir, havai fişekler yakılır, kadınlar zılgıt çalarak bunu kutlarlar.
Düğünde hizmet eden işçiler, çalgıcılar sıra ile gelerek önce, tahtın bir yanında damadın yanında oturan küvre’den sonra da damattan bahşişlerini alırlar.
Diğer tarafta hazırlanan yemekler servis yapılmak üzere düzenlenir. Misafirler yemeğe davet edilir. “Mırra” denilen acı kahve, sigara ikram edilir. Bu yemeğe “Asbap Yimeği” denir.
 
Kına Gecesi-Asbap Gecesi
“Gelin” Perşembe günü gidecekse, Çarşamba akşamı; Pazar günü gidecekse, cumartesi akşamı (yani damadın elbise giydiği günün akşamı) yapılır.
Kız evinde hanımlar, oğlan evinde erkekler toplanır. Damadın arkadaşları ve akrabalarının toplantığı yerdeki eğlenceye “Asbab Gecesi” kadınların toplandığı yerdeki eğlenceye ise “Kına Gecesi” denir. İkisi de aynı gece ve aynı saatlerde başlar.
Gece saat onbire doğru oğlan evi tarafından kadın, erkek ve çocuklardan bir grup kına gecesi yapılan eve toplu halde yine türkü mani söyleyerek çalgıcılarla birlikte giderler.
Evleri sekilidir
Toprehen ekilidir
Eger babası yoksa
Dayısı vekilidir
Hala hala heey....
Leblebi koydum tasa
El vurdım basa basa
Bizim gelin çok gözzel
Azıcık boyı kıssa
Hala hala heey....
Gecenin karanlığında dar sokaklardan, kadınlar önde, çocuklar ortada, erkekler arkada olmak üzere toplu olarak yürürler. Ellerindeki fanıs denilen gaz lambaları yollarını aydınlatır.
Bu topluluktan ara sıra geriye kalmış bir hanım olursa, koruma görevini üstlenen erkeklerden biri “Ayallar öge” diyerek kadının hızlı yürümesini ikaz eder. Gelin ve damadın isimlerine göre;
Portakalı oyarlar
İçine kına koyarlar
Evvel adi Fatma’dı
Şimdi gelin koyarlar
Hala hala heey....
Bahçalarda pırpırım
Yaprağı dilim dilim
Biz Ahmedi everdıh
Hasan’a Allah Kerim
Hala hala heey....
Kına evine iyice yaklaşıldığında ise genellikle,
Çakmak çakmağa geldıh
Kına yahmağa geldıh
Ayşe Dayze ağlama
Kıziy almağa geldıh
Hala hala heey....
Birkaç gün önceden kız evine gönderilen kına küvrenin hanımı tarafından bir kab içerisinde dua okunmuş süt ile yoğrulur. Gelin ise damadın akrabalarından iki hanım tarafından koluna geçilmek suretiyle getirilerek küvrenin önüne oturtulur. Gelin ağlamaya başlar. Gelin kınaya çıkarken mutlaka ağlaması gerekir, aksi halde ayıplanır.
Bu sırada kapı önünde bekleyen erkekler arasında bulunan çalgıcılardan biri kaval veya keman ile hüzünlü bir taksim yapar. Erkeklerden biri hoyrat okur.
Kah gidelim
Kınayı yak gidelim
Gözele doymak olmaz
Üzüne bak gidelim
Merdivana
Sarıl çık merdivana
Yar sevmah yigit kârı
Ne bilir her divana
Bunun peşinden hanımların hepsi gelinin ağlamasına katılır, hep birlikte ağlarlar. Oğlan evi tarafı hanımlar ise gelin götürecekleri için sevinçlidirler.
Bir yandan ağlama, bir yandan sevinç gösterisi, bazen iki aile arasında sözlü atışmaya dönüşür.
Küvre, gelinin avucunun içine bir altın koyarak kınayı yakar. Daha önce gelinin yüzüne örtülen pembe duvak açılarak gelinin kına yakılan eline bağlanır. Çocukların ellerinde tepsilere dikilmiş olan mumlar yakılarak gelinin başına çevrilir.
Kapı önünde bekleyen erkekler hep birlikte
Urfalıyam ezelden
Göynüm geçmez gözelden
Göynümün gözü çıksın
Sevmiyeydim ezelden
Ağam olasan Ömer
Paşam olasan Ömer
Benim olasan Ömer
Yetim kalasan Ömer, türküsünü söylerler...
Kınası yakılan gelin baba evinden ayrılmadan önce büyüklerinin ellerini, arkadaşlarının yüzlerini öperek gözyaşları arasında veda ederek ayrılır.
O yanı keçe bı yanı keçe
Kız anasının emegi heçe
Hala hala heey....
Oğlan tarafı gelini alarak kız evinden ayrılırlar.
“Masa üstünde bekmez
Bı bekmez biye yetmez
Şu Urfa’nın kızları
Taksisiz gelin getmez.”
“Ay doğar ayazlanır
Gün doğar beyazlanır
Gelin olacah kızlar
Hem gider hem nazlanır” Hala hala heey...
Gelin, önceden hazırlanmış olan özel bir odada karşılanır. Kadınlar ise zılgıt çalarak gelini kutlamaya devam ederler. Gelin kapıdan girerken kendisine verilen bir “narı” oda kapısının üst tarafına atarak narı kırar. Kırılarak dağılan nar tanelerinin toplanarak evlenecek yaşa gelmiş, genç kızlara yedirilmesi uğurludur.
“Su koydum su tasına
Gül koydım ortasına
Biz gelini getirdıh
Ağamın odasına”
Sâbahleyin, gelin ve beraberinde gelenlere özel olarak hazırlanmış kahvaltı sofrası hazırlanır. Öğlenden sonra ise süpha yemeği ikram edilir.
 
Süpha Yemeği
Gelin, damat evine getirildiği günün sabahı, gelin evinden başka bir yerde süpha yemeği merasimi düzenlenir.
Süpha; pirinç, şeker, et, çekirdeksiz üzüm, nohut, yağ gibi malzemelerle hazırlanır.
Yemekte; kuzu içi, Üzlemeli pilav, Etli pilav, tatlı olarak da zerde ikram edilir.
Süpha yemeğine istisnasız herkes davet edilir. Oturan gruplar yine gruplar halinde çağrılır.
Yemek verme işi devam ederken damadı traş edecek olan berber gelip boş bir odada damadı traş eder. Küvre ve damat berbere ve çırağına bahşiş verirler.
Akşam vakti yaklaştığında damada da bu yemeklerden verilir. Daha sonra “damat” ve arkadaşları ”süpha” verilen evden ayrılırlar. Yürüyerek dar sokaklardan geçip “gelinin” bulunduğu kendi evine gelirler. Damat gerdeğe girmeden önce hoca dualar okur ve damat evin kapısından içeri girer. Evin avlusunda baba ve annesinin ellerini öperek zifaf odasına girer.
 
Güvegi Hamamı
Damat, evliliğin sabahı erken saatlerde akraba ve arkadaşları tarafından hamama götürülür. Damat, daha önceden hamamcı haberdar edildiğinden oturması için zeytin dalları ile süslenmiş olan tahta oturtulur.
Hamama davet edilen misafirler yıkanıp çıktıktan sonra damat da yıkanarak yine bu tahtta oturur.
Kutlamaları kabul eder. Damadın arkadaşlarından biri “Hamam yimegini ben yapıyam” diyerek hamama gelen misafirleri yemeğe davet eder. Yemeği yapan kimsenin evinde toplanılır ve yörenin yemeklerinden olan mevsimine göre patlıcanlı, domatesli, elmalı, yoğurtlu kebaplardan yapılır. Üstüne de tatlı olarak yine kadayıf ikram edilir.
Yemekten sonra arkadaşları, yakınları, damadı evine götürürler. Kendileri de işlerinin başına dönerler. Yanı gün, “gelin” ise kocası başta olmak üzere kayınbabasına, kaynanasına, kaynına, görümüne çeşitli hediyeler verir. Buna çeyiz günü denir.
 
Duvak Günü
Evliliğin ikinci günü duvak günüdür. O gün gelinin yakınları, tanıdıkları gelin evine gelirler. Damat ise duvak yemeğinin hazırlanması için bir koç aldırır. Yemekler hazırlanır, gelin ise gelinliğini giyinip yüzünü gelin duvağı ile kapatıp gelip misafirlerin yanına oturur.
Oğlan evinden 8-10 yaşlarında bir erkek çocuk gelinin duvağını kaçırır ve duvağı damada götürerek damattan bahşiş alır. Kadınlar bu duvak kaçırma anında yine zılgıt çalarak bunu kutlarlar.
Duvak kaçırma sabahleyin yapılır. Duvak gününe gelenler çeşitli hediyeler verirler. Bu hediye verenler genelde çok yakın akraba olanlardır. Duvak akşama kadar devam eder. Yemekler yenir. Duvak gününe gelinin annesinden başka bütün akrabalar katılırlar.
Duvak gününün akşamı ise gelinin annesi, kızını ve damadını “akşam yemeği”ne çağırır. Damat kaynanasının elini öptüğünde ona çeşitli hediyeler verir.
 
Gelin Hamamı
Evliliğin onbeşinci günü (Cumartesi veya Perşembe) bütün dost ve akrabalar hamama davet edilir. Gelin, baba evinden çeyiz olarak getirdiği hamam takımlarını bir bohça içerisinde getirir. Bu bohçayı getiren natır ve gelini yıkayan, bohçasını açan kaymelere hamamdan sonra bol bahşiş verilir.
Genellikle Yıldız Hamamı’na gidilir (bu hamam şimdi yoktur). İnanışa göre Yıldız Hamamı’na giden gelin kocasına parlak, alımlı, yıldız gibi görünür veya Cincıklı Hamam’a gidilir ki gelin kocasına cincık gibi görünsün. Hamam o gün ücretli müşteri almaz, bütün masrafları oğlan evi karşılar.
Hamamda bulunan bir tahtın üstüne halılar, minderler serilir. Onların üstüne el işlemeli beyaz örtüler yayılır. Hamama davet edilen bütün misafirlere damat tarafından yaptırılan kebaplar ve tatlılar ikram edilir. Ayrıca “damat evi” tarafından evde hedik hazırlanarak hamama getirilir.
Gelin ise güvegi hamamında olduğu gibi misafirlerden sonra yıkanıp kendisi için hazırlanan yerde oturur. Zeytin dalları ile süslenmiş olan tahttaki mumlar yakılır. Gelini kutlayan misafirler hamamdan ayrılırlar
 
ŞANLIURFA HALK OYUNLARI
 
Şanlıurfa halk oyunları genellikle halay türü oyunlardan meydana gelir. Günümüzden 50-60 yıl öncesine bir göz attığımızda, bazen davul zurna, bazen cümbüş, keman ve darbuka eşliğinde, bazen de kaval eşliğinde yöre tavrı, figürü ezgisi ve ritmiyle oynanan çok sayıda güzel oyunlarımızın olduğunu ve o yıllarda bu oyunları sergileyen çok değerli ustalarımızın olduğunu görürüz.
Ancak 30-40 yıl öncesine baktığımızda, halk oyunları yarışmalarının başlamasıyla, harman yerinde, köy meydanlarında ve düğünlerde oynanan oyunlarımızın sahneye taşındığını görmekteyiz.
Ne yazık ki, oyunlarımızı sahneye taşırken birçok bozulma olmuştur. Birinciliktir, derecedir derken; sadece 8 oyunla sınırlı kalınmış ve bu 8 oyununun da yıl geçtikçe ekleme ve çıkarmaların yapılarak dejenere edildiği ortadadır.
1980’li yıllara baktığımızda, oyunlarımızın bu hale gelmesine sebep olan bazı faktörleri şöyle sıralayabiliriz.
Bu faktörlerin başında, o yıllarda ve bugüne kadar halk oyunları yarışmalarında değerlendirme yapan kişi ve ekip çalıştıran eğitmenlerin geldiğine inanıyoruz. Jüri üyeleri, yarışmaya gelen bir ekibin değerlendirmesini yaparken, sadece birlik beraberliğine, bütünlüğüne, mimik ve jestlerine, sahne kullanımına bakmışlardır. Oyunumuzu yöre tavrı, figürü, ezgi ve ritminden çıkaran bu ekipleri o halleriyle birinci edip ödüllendirmişlerdir.
Hal böyle iken, yarışmaya ekip yetiştiren eğitmenler, doğal olarak 8 oyunla sınırlı kalmışlar ve oyun figürlerine birçok ekleme ve çıkarma yaparak günümüze kadar da bu işi devam ettirmişlerdir.
Günümüzde birçok kişi Şanlıurfa’nın sadece 8 oyunu olduğunu bilir. Çünkü yıllardır 8 oyundan başka bir oyun oynanmamış. Zengin bir folklora sahip Urfa’nın oyunları tabi ki bu kadar az değildir. İlimizde bulunan 10 ilçe ve köylerinde bugün için çok sayıda oyun olduğu bilinmektedir.
 
Şanlıurfa Halk Oyunlarında Makyaj
Şanlıurfa yöresinde “kına” ve “sürme” kadınlar tarafından kullanılan makyaj malzemesidir. Özellikle kına, düğünlerde gelinin eline yakıldığı gibi bayramlarda ve diğer özel günlerde de el ve ayaklara yakılır.
Sürme ise, güzel görünmek için kadınlar tarafından göze çekilir. Şanlıurfa’nın bazı köylerinde kızlar ve erkekler, yüz ve ellerine dövme yaptırırlar. Bu dövmelerde her aşiretin kendine özgü bir motif kullandıkları görülmektedir.
 

Şanlıurfa Yöresi Halk Oyunlarında Giysi

Kadın Giyimi
1- Aba-Şale: Eskiden Arapların kabile reisleri, şeyhler tarafından kullanılırmış. Aba; Osmanlı döneminde kullanılan ve bir sokak kıyafeti olan Ferace’den esinlenerek Arap kültürünün de etkisi ile şimdiki halini almıştır. Bu giysi genellikle siyah ve kahverengi renklerden yapılmıştır. Bekâr bayanlar siyah, evli ve yaşlı bayanlar ise kahverengi kullanmışlardır. Ayrıca halk arasında aba şu şekilde tarif edilmektedir. “Aba” kelime olarak Arapça da “erkeğe mahsus olan” anlamına gelmektedir. Kadınların giydiğine ise Şale denilir ve giysinin ön kenarları ile yaka çevresi sarı kaytanlarla çevrilidir.
2- Üç Etek: Yörede üç eteğe kaftan denilmektedir. Üç etek genellikle üst giysisi olarak kullanılan bir giysidir. Genç kızların giysileri daha güzel ve gösterişlidir. Üç eteğin yan dikiş yırtmaç boyu diz ile bilek arasındadır. Bu yırtmaçlar bazen bel hizasına kadar çıkar. Üç eteğin iç kısmına giydikleri şifon ya da organze üzerine sarma işlemeli kumaştan yapılan uzun bir elbisedir. Yakası hakim yaka ve kollar manşetlidir. Üç etek altına zıbın yerine, üstte içe yelek ve altına beyaz etek de giyilebilir.
3- Zıbın-Fistan (Entari): İç eteğin içine giydikleri şifon ya da organze üzerine sarma işlemeli kumaştan yapılan uzun elbisedir. Yakası hakim yaka, kollar manşetli, ön bele kadar düğmeli yada fermuarlıdır.
4- Sıhma (Yelek): Entarinin üzerine giyilen bez kumaştan veya el tezgahlarında dokunan “hışvalı” denen dokumadan yapılan kalınca yapılmış sıcak tutmaya yarayan bir yelektir.
5- Kuttuk-Guttik: Şanlıurfa yöresinin büyük aşiretlerinden Şeyhanlı Aşireti tarafından kullanılan bu giysi, Gumgum kumaşından yapılır. Cekete benzer uzun kolludur. Boyu diz ile kalça arasındadır. Üstü kalın siyah kaytanlarla süslenmiştir. Daha çok Siverek ve Viranşehir ilçemizde kullanılmaktadır.
6- Şalvar (Tuman-Don): Pijamaya benzeyen bir alt giysidir. Paçaları bol kesimli olup lastik geçirilir. Zıbın veya eteğin altına giyilir.
7- Önlük: Yöredeki ismi Berivan veya Peşmal olarak olabilir. Üzeri çeşitli kanaviçe ve çift iğne süslemeleri ile desenlendirilmiş olup, sadeleri de vardır. Kumaş rengi genellikle siyah tercih edilir. Her renk kullanılabilir.
8- Etek: El tezgahlarında dokunan culha parçasından yapılır. Rengi beyazdır. Bunun dışında dökümlü kumaşlardan da yapılmakta ve her rengi kullanılmaktadır.
9- Neçek: Beyaz kumaştan olan bir baş örtüsüdür.
10- İbriye: Kadınların beyaz neçek üzerine bağladıkları renkli bir kumaş parçasıdır. Genelde ipek veya satenden yapılır.
11- Köfı: Fes şeklinde yapılan karton kalıp üzerine uzun kumaş parçası sarma yoluyla elde edilen bir başlıktır. Daha çok Suruç ilçemizde kullanılmaktadır.
12- Çapık: Günümüzde çok nadir bulunmaktadır. Köfi’ye benzemekte olup biraz daha yüksektir. Tahtadan yapılan bir başlık üzerine Destmal (Neçek) denilen kumaş örtülür.
13- Taç-Gümüşbaşlık: Fesin içine karton kalıp konur, üstüne puşu sarılır ve en üst kısma da gümüş tepelik takılır. Ön kısmına “üçkor”, yan kısımlarına “reşme” denilen gümüş takılar takılır. Arka tarafına floştan örülmüş bele kadar inen saç koru takılır. Bu başlığı varlıklı ailelerin genç kızlarının kullandığı bilinmektedir.
a) Tepelik: Başa takılan tacın (fes) üzerine tutturulur. Üst kısma telkari işlemeli, çevresi gümüş paparalarla oluşan saçaklarla süslüdür.
b) Üç Kor: Fesin alt kısmına alından yukarıya takılır. Ortasına yuvarlak ve mavi taşlı bir göbek, yanlarında ise üç sıra zincir vardır.
c) Reşme: Fesin iki yanına takılır. Şakaklardan yanağa doğru sarkar.
14- Kemer: Bele bağlanır. İki çeşit kemer vardır. Çok renkli yün kemer ve gümüş kemer. Son yıllarda yün kemer işlenmediğinden, kostüme uygun kumaştan kemerler de kullanılmaktadır.
15- Yağlık-Marhama (Mendil): Yerli dokumadır. Kırmızı ve beyaz ipekten yapılır. Halk arasında beyaz mendilin dostluğu simgelediği, kırmızı mendil ise gerektiğinde sevgi uğruna kanını akıtabileceği söylenmektedir.
16- Çorap: Saf yünden yapılır, elle işlenir. Genellikle yünün doğal rengindendir.
17- Postal: Deriden yapılır. Altı kösele ve topuksuzdur. Kırmızı, siyah ve kahverengi renkleri kullanılmaktadır.
 
 
Erkek Giyimi
1. Şalvar: Kahverengi ve gri kabarden kumaştan yapılır. Şalvarın ayak bileğinden dize kadar olan kısmı dardır. Bacak arasındaki peyigi çok kısa veya çok uzun değildir. Uçkurun ucuna renkli püskül takılmaktadır.
2. Yelek: Arka beden ve kollar astardan yapılır. Ön beden ise şalvarlık kumaştan yapılır ve kollar kısadır. Ye leğin ön süslemesinde kaytan kullanılır. Küçük ve sık olarak dikilen düğmelerden dolayı kırk düğme yelek denilmektedir. Düğmeler Suriye’den gelmektedir. Günümüzde bulunmadığından, yelek kumaşından baskı düğmeler de kullanılmaktadır.
3. Gömlek (Köynek): Yerli dokuma kumaşlardan yapılır. Günümüzde düz kumaşta kullanılmaktadır. Hakim yakadır. Kol ağzı saat kapağı denilen şekilde yapılmıştır. Krem, beyaz ve bej rengi kullanılabilir.
4. Şal (Bel bağı): Yerli dokuma kumaştan yapılır. Kuşak şeklinde bele sarılır. Rengi kahverengi ve turuncudur.
5. Puşu: İnce ipek ve pamuktan dokunur. Beyaz, siyah, bordo ve renkli olanları da vardır. Kenarlarında sarkan iplerin uçlarına renkli püsküller takılır.
6. Pazubent: Pazuya takılır. Deri veya boncuklu olanı vardır. İç kısmına dua ve muska konulmaktadır.
7. Yağlık-Marhama (Mendil): Yerli dokumadır. Kırmızı ve beyaz ipekten yapılır. Beyaz mendil dostluğu simgeler; kırmızı mendil ise gerektiğinde sevgi uğruna kanını akıtabileceğini vurgular.
8. Çorap: Saf yünden yapılır, elle işlenir. Genellikle yünün doğal rengindedir.
9. Postal: Deriden yapılır. Altı kösele ve topuksuzdur. Kırmızı, siyah ve kahverengi renkleri kullanılmaktadır.
NOT: Şanlıurfa yöresi halk oyunları ekiplerinde, ekip başı ve ekip sonunun kullandığı mendil bir oyun aracıdır. Ekipte bulunan diğer oyuncuların (Kız-Erkek) kuşaklarına taktıkları mendil ne giysi parçası ne de aksesuardır.
 
Şanlıurfa Halk Oyunları
Yöremizde oynanan oyunların çoğunluğu halaydır. Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde toplu, düz sıra halinde kol kola, elele oynanan oyunlara denir. Halay, beş kişiden az oyuncuyla oynandığı zaman, karakteri bozulan bir oyun tarzıdır. Dizinin başında “Halay başı” sonundaki “Pörçük” ya da “Pöçik” adını alır. Baş ve sonda oynayan her iki oyuncunun da elinde birer mendil bulunur.
Yöremizde oynanan oyunların birçoğu, davul-zurna ile oynanmaktadır. Bunun yanı sıra günümüzde az da olsa bazı oyunlarımızda kaval ve def, bazılarında keman, cümbüş ve darbuka da kullanılmıştır.
Halk oyunlarımızda, halkımızın üzüntüsünü, yasını, kıskançlığını, neşesini, kuvvetini, yiğitliğini, yakarış ve yalvarışını gösteren figür ve motifleri görebilmek mümkündür.
Şanlıurfa merkezinde oynanan oyunların bir çoğu, Hilvan ve Suruç ilçemizde de sıkça rastlanan ve halen köy düğünlerinde oynanan oyunlarıdır.
 
Şanlıurfa Merkez ve İlçelerinde Tesbit Edilen ve Günümüzde Oynanan Oyunlar
Urfalıyım Ezelden, Gemi (Sal), Ğezale, Gırani (Ağırlama), Hasandağı, Diz Cezayir, Çeçen Kızı, Tek Ayak (Derik), İki Ayak (Dıniğ), Üç Ayak, Beş Ayak, Terge (Türk-İ, Terge), Kımıl, Abravi (Lorke), Soseh, Çeçano, Keriboz (Hilvan’da Oynanan), Keriboz (Suruç’ta Oynanan), Dellocan, Zavfa (Damat), Urfa Seylanisi, Suruç Seylanisi, Dik, Keçike, Gülhameda, Teşi, Şujun, Gelberi, Rışko, Mim, Çepik, Şevko, Karaçı, Koçeri, Temirağa, Kommetki, Nure, Dinge (Merkezde Oynanan), Dinge (Hilvan’da Oynanan), Fasıl (Dörtlü Değnek) en çok bilinen oyunlardır.
Bunların dışında sadece ismi bilinen fakat nasıl oynandığı bilinmeyen çok eski oyunlar da bulunmaktadır.
 
Şanlıurfa Halk Oyunlarından Ençok Bilinen ve Oynananlar
1- Kımıl Oyunu: Kımıl, Urfa yöresinde Süne adı verilen bir haşeredir. Buğdaylar başak bağladığı sırada tanelere dadanır. 10-11 mm. Uzunluğunda tıknaz gövdeli bir böcektir. Kışı yüksek yerlerde yaylalarda yaprakların ve bitki kırıntılarının altında geçirir. İlkbaharda ovalara iner; yumurtalarını iki sıra halinde yaprakların alt yüzüne bırakır. Yumurtadan çıkan böcekler sütlü taneleri emerek beslenir. Kımılın bu yörenin topraklarını başlangıç tarihi belli olmayan bir zaman içerisinde istila ettiğini yaşlı kişilerden öğreniyoruz.
Süne, kelimenin tam anlamıyla büyük bir felaket olarak toplumun günlük yaşamında yer almaktadır. Tüm karşı koymalara rağmen bu parazit hayvan ortadan kaldırılamamaktadır. Ekinler boy attığı zaman, başaklar süt halinde iken kımıl tarlaya girer, başağa doğru tırmanır ve başaktaki sütleri emdikten sonra başka bir başağa geçer.
Kımıl mücâdelesinde ilaçla başa çıkılamayınca bu haşereleri toplama yoluna başvurulur. Toplanan kımıl, kilo ile zirai mücâdele kurumlarına satılır. Kımıl toplayanların ellerinde genellikle kalbur, bellerinde iş önlüğü veya torbalar bulunur. Toplayıcılar kalburla buğday saplarına vurarak buğday başakları üzerindeki kımılların kalbura dökülmesini sağlarlar. Kalburda biriken kımıllar, önlüklere ve daha sonra torbalara aktarılır. Böylece her köylü, günde birkaç kiloyu bulan kımıl toplamış olur.
Kımıl zamanla köylerimizde, bu hayat mücâdelesini dramatize eden bir halk oyunu olarak ortaya çıkmıştır. Bu oyun halay türündedir. Yay ve daire şeklinde sıralanan, çok sayıda erkek ve kadın tarafından köy meydanında oynanmaktadır. Bu oyun oynanırken, davul ve zurna eşliğinde türkü de söylenir. Yalnız erkek, yalnız kız ve kız-erkekle beraber oynanır.
Urfalılar hep ağlar Buğdasına bel bağlar Şu kımıl yürek dağlar Havar kımıl, lo kımıl.
Ekinimizi kavurdı Gökyüzüne savurdı İslam değil, gavurdı Havar kımıl, lo kımıl.
Ekinimizi ekmişiz Boşuna beklemişiz Kımıldan çok çekmişiz Havar kımıl, lo kımıl.
2- Gırani (Ağırlama): Bu oyuna ağırlama da denir. Ritmik olmayan ve ağır hareketlerle oynanan bir oyunumuzdur. Ayaklar dizden kırılarak davulun ritmine uygun biçimde oynanır. Yalnız erkek veya kız-erkek birlikte oynanır.
3- Düz: Basit fakat çok ritmik hareketlerden oluşan bir oyunumuzdur. Bu oyunda oyuncuların omuzlarını oynatmaları çok önemlidir. Düz oyununda ağırlık ekip başındadır. Ekip başı zaman zaman ortaya çıkar ve bütün figürlerini sergiler. Köyde kurulan goventlerde genellikle düz oyunu oynanır. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
4- Tek Ayak (Derik): Yöremizde sevilerek oynanan oyunlardan biridir. Oyun, ismini sol ayağın öne tek vurulmasından almıştır. Diğer bir ismi ise Derik’tir. Derik isminde güzel bir kız için yakılan türküden çıktığı yaşlılar tarafından söylenmektedir. Derik, çok güzel oynar; oynarken kuş kadar hafif, çekirge kadar çevik, güvercin gibi süzülür. Derik’in oyunlarına herkes hayran kalır ve düğünlerde Derik aranır. Derik, o düğüne gelmediği zaman düğün sahibi üzülür ve şu türküyü söyler:
Derik gilde bir kuş var Kanadında nakış var Derik Toya gelmedi Elbet bunda bir iş var.
Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
5- İki Ayak (Dıniğ): Bu oyunumuzda, sol ayak iki defa öne vurulduğu için bu oyuna iki ayak denir. Çok ritmik ve göze hoş gelen figürler içerir. Aslında bu oyunumuz, Derik oyununun bilinip oynanmasından sonra ayak figürü eklenerek sonradan düzenlenmiş bir oyunumuzdur. İsmini ayak vuruşlarından almıştır. Yalnız erkek veya kız-erkek birlikte oynanır.
6- Terge (Türk-i Tergi): Bu oyuna, yöremizde Türk-i Beraza da denilmektedir. Terge oyununun Suruç Ovası’nda halen yaşamakta olan Alaeddin Keykubat’ın torunları olan Alaeddin aşiretinden çıktığı söylenmektedir. Bu oyuna göçebe Türkmen aşiretlerinden çıktığı için “Türk-i Terge” denilmektedir. Zengin kültürümüzün birçok özelliğini taşıyan bu oyun, kardeşliği ve sevgiyi simgeler. Oyun içerisinde Seylani figürleri de bulunmaktadır. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
7- Urfalıyım Ezelden: Ritmik ayak hareketleri üzerine kurulu bir oyundur. Urfalıyım Ezelden türküsünün müziği ile oynanır. Ellerde mendil, ayak figürüne uygun olarak kollar sağa ve sola sallanır. Baş ise hafifçe sağa sola çevrilir. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
8- Abravi (Lorke): Bu oyunumuz bölgenin tamamında oynanır. Çok ritmik ayak ve omuz figürleri içerir. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
9- Soseh: Kaval veya davul zurna eşliğinde oynanır. Bu oyunumuzda da bolca ayak figürü bulunmaktadır. Yiğitlik ve sertlik içeren bir oyunumuzdur. Akçakale ilçemize ait bir oyunumuzdur. Yalnız erkek veya kız-erkek birlikte oynanır.
10- Fasıl (Dörtlü Değnek): Bu oyun çok önceleri kılıçla oynanırdı. Düğünlerde yaralama olayı olduğundan dolayı yasaklanmıştır. Daha sonra Halk Evleri’nde kılıç kalkan kullanılarak oynanmıştır. Günümüzde ise kılıç kalkanın yerini değnek almış ve oyunun adı da Dörtlü değnek oyunu olarak kalmıştır. Dört kişi ile oynanan bu oyunumuz beş bölümden oluşmaktadır. İlk dört bölümde mendil figürleri, yürüme, çökme, kalkma ve ayak figürleri bulunur. Son bölümde ise oyuncular ortaya atılan değnekleri alarak dövüşürler. Dövüşten sonra değnekler atılarak kucaklaşırlar. Bu oyunda da yiğitlik, mertlik ve kardeşlik figürleri işlenmektedir. Yalnız erkekler oynar.
11- Gemi: Fırat kenarında bulunan Bozova-Hilvan ilçelerimiz ve oraya yakın köylerde oynanmıştır. Sal ile nehri geçme, yük nakli ve bu işleri yaparken meydana gelen kazaları anlatır. Üzüntü ve sevinci ifade eden mizansen figürleri vardır. Yalnız erkek veya kız-erkek beraber oynanır.
12- Ğezale: Ğezal ceylan demektir. Elinde kovasıyla beriye süt sağmaya giden bir köylü kızı, yakın bir köyden gelen davul sesine ritmik hareketler yaparak sekmeye başlar ve oyunun adı kızın ceylan gibi sekmesinden dolayı ğezal ismini alır. Yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
13- Cezayir: Bir erkek oyunudur. Bu oyunda yiğitlik ve sertlik hakimdir. Yalnız erkekler oynar.
14- Çeçen Kızı: Bu oyun, düz oyununun figürleri ile aynı olmakla beraber, ezgi farklı, ritm daha hızlı çalınmaktadır. Düz oyununda olduğu gibi bu oyunu da güzel kılan taraf, ekip başının kendi figürlerini ortada göstermesidir. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynar.
15- Üç Ayak: İki ayakta olduğu gibi öne iki değil de üç defa vurularak oynanan ve sonradan düzülmüş bir oyunumuzdur. İsmini ayak vuruşlarından almıştır. Yalnız erkek, yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır.
16- Dik: Adından da anlaşıldığı gibi, oyuncular dik olarak iki ve dördüncü sayılarda diz kırarak oynarlar. Öne gidişlerde eğilerek üç adım atılır ve sol ayak vurularak dördüncü sayı tamamlanır. Öne gelindiğinde, sağ ayakla sol ayağın yanına üç defa topuk vuruşu yapılır ve sol ayağın topuğu yere vurularak sayı tamamlanır. Dik olarak geri çıkılır. Yalnız erkekler oynar.
17- Teşi (Serajeri): Teşi, yün ve pamuk eğirme yarayan iğdir. Kadının ev işlerini sembolize eder. Oyun içerisinde ip eğirme, süt sağma ve hamur yoğurma gibi ev işlerini dile getiren bir oyundur. Yalnız kızlar oynar.
18- Dinge: Komşudaki düğünde çalınan davul sesine dayanamayan anne, çocuğunu eve bırakır, düğüne gider. Daha sonra baba eve gelir, çocuğa annesinin nereye gittiğini sorar, çocuk da davul sesinden dolayı dın dına gitti diye cevap verir.
Dın dın kelimesi herkes tarafından duyulur ve annenin yapmış olduğu figürler zamanla dın dın kelimesinden Dinge’ye döner. Günümüze kadar böyle geldiği yaşlılar tarafından söylenmektedir. Merkezde oynanan Dinge’de yalnız kız veya kız-erkek birlikte oynanır. Hilvan ilçemizde oynanan Dinge’de ise yalnız erkek veya kız-erkek birlikte oynanır.
 
Şanlıurfa Halk Oyunları Çalgıları
1- Zurna: Üflemeli halk çalgılarımızın başında gelen zurna, davulun ayrılmaz parçasıdır. Kaba, orta ve cura olarak üç boya ayrılır. Özel bir soluk alma tekniği ile çalınır. Erik, şimşir ve zerdali ağacından yapılanları tercih edilir.
2- Davul: Türk vurma çalgılarının sembolü olarak kabul edilir. Ceviz ağacından yapılır. Kasnak, ip ve deri olmak üzere üç kısımdan meydana gelir. Tokmak ana ritmi, çubuk ise ana ritmi daha da detaylandırarak çalar. Genellikle küçük davul, orta davul, büyük davul ve koltuk davulu gibi mahalli boyları ve adları vardır. Yöremizde büyük davul (Meydan Davulu) kullanılmaktadır.
3- Keman-Cümbüş ve Darbuka: Erkeklerin asbap gecelerinde ve kadınların kına gecesi ile kadın düğünlerinde, oynanan oyunlara bu sazlar eşlik eder.
4- Kaval: Harran ve Akçakale yöresinde bazı oyunlar kaval eşliğinde oynanmaktadır
 
Şanlıurfa Yemek Geleneği
Urfalılar asırlardan bu yana damak zevkinin en güzel örneklerini veren zengin çeşitte yemeklerle beslenmesini bilmişlerdir. Yöre yemeklerinin lezzetleri yanında, besin değerleri de çok yüksektir. Yemek yapma becerisinin yanında yaptıkları yemekleri misafirleriyle paylaşmak geleneği bütün Anadolu insanına mahsus bir özelliktir. Ancak Urfalıların misafir sevme özelliğinin, hiçbir öğün misafirsiz yemeğe oturmayan Hz. İbrahim (A.S.)’dan geldiği söylenmektedir. “Halil İbrahim Sofrası” herkesçe bilinen bir deyimdir. Urfalılar bugün de misafir ağırlamak ve onlara çeşitli yemekler ikram etmekten büyük zevk duymaktadırlar. Toplu yemek yemenin verdiği hazzı tatmış bu insanlar, yaptıkları her türlü toplantıyı başta “Çiğköfte” olmak üzere zengin yemek çeşitleriyle süslemişlerdir.
Urfa’da yemek yer sofrasında yenir. Sofrada “Besmele” ile önce büyükler yemeğe başlar, küçükler onları takip eder. Oburluk hiçbir zaman benimsenmeyen bir davranıştır. Yemek yeme sırasında konuşulmaz, kaşık sesi duyulmaz. Sofrada misafirin ulaşamadığı yemekler misafire ikram edilir, ısrarda bulunulur. Ev sahibi sofraya oturmaz, hizmet eder, misafir çok ısrar ederse sofraya oturur. Erkek misafirler ayrı, kadın misafirler ayrı sofralarda otururlar ve böylece herkesin daha rahat etmesi sağlanmış olur. Yemeğin sonunda “sofra duası” okunarak kalkılır.
 
Yemekli Toplantılar
1. Sıra Gecesi Yemeği
Çeşitli yaşlarda veya mesleklerdeki arkadaş gruplarının sonbahar ve kış gecelerinde haftada bir arkadaşın evinde sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa’da “sıra gecesi”, “sıra gezme” denir. Sıra kendisine gelen kişi gecenin bütün masraflarını karşılayarak misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalışır. Müzik ya da sohbetle geçen bu toplantıların baş yemeği çiğköftedir. Urfa mutfağında çiğköfte baş köşeyi tutar ve çiğköftesiz bir sofra düşünülemez.
2. Aspap (Esvap) Yemeği
Damada elbise giydirilirken düğüne katılan misafirlere ikram edilen yemektir. Pilavın yanında mevsimine göre doğrama, keme boranısı, kuru fasulye, kaburga gibi yemeklerden biri verilir.
3. Süpha Yemeği
Süpha, düğünlerde verilen yemeklerin genel adıdır. En az 300-400 kişi için hazırlanan süpha yemeğinin amacı akrabaları ağırlamanın yanında muhtaç ve düşkün kimselerin de karınlarını doyurmaktır. Süphada yemek olarak, kuzu içi kaburga, üzlemeli pilav; tatlı olarak da zerde verilir.
Süpha yemeği sabahtan başlayıp ikindi sonuna kadar devam eder. Süpha verilen evin kapısı bu süre içerisinde açık tutularak tanıdık, tanımadık herkesin gelip yemek yemesi sağlanır, komşulara yemek dağıtılır.
4. Taziye Yemeği
Üç gün süreyle oturulan taziye evinde ölen kişinin ailesine yakınları ve dostları tarafından verilen yemeğe taziye yemeği denir. Kebap türleri, lahmacun ve kadayıftan oluşan bu yemekten fakirlere de dağıtılır.
5. Hac Yemeği
Hac’dan dönen kişinin kendisini ziyarete gelenlere üç gün süreyle verdiği yemektir. Genellikle üzlemeli pilav ve zerdeden oluşur. Bu yemek, sünnet düğünlerinde de verilir.
6. Sahaniye
Sahaniye, sıra gezmesi gibi arkadaş grupları arasında sürdürülen bir gelenektir. Sahaniye yapılacağı zaman arkadaşlar birbirlerine “Şu günün gecesinde sahaniyemiz vardır, haberin olsun” der. Belirlenen gecede herkes o gün evinde pişen yemeklerden bir iki sahan (tabak) toplanılan eve getirir. Herkesin getirdiği değişik yemekler ortaya konularak yenilir, sohbet edilir. Maksat, dostlukları kuvvetlendirip hoşça vakit geçirmektir.
 
Şanlıurfa Esnafındaki Ahilik Geleneği
Osmanlı döneminde, taht merkezinden çok uzakta olan Şanlıurfa’da –farklı da olsa- yüzyıllarca devam eden, kökü ahiliğe dayalı bir esnaf veya ahilik kültürü mevcut idi. Bu kültür, tarih içinde değişmiş olup kısmen günümüzde de sürdürülmektedir.
Şanlıurfa’nın Haşimiye Meydanı’nda, yönümüzü güneye doğru çevirdiğimizde, mevcut olan dört yol bizi, efsâneye göre Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yerde oluşan Balıklıgöl ve Aynzeliha gölü ile yine o çevre içerisinde yerleşmiş birçok çarşı, pazar, handan meydana gelen tarihi mekânlara ulaştırır.
Bu tarihi mekânlar, Şanlıurfa el sanatlarını icra eden esnafın yoğunlaştığı yerlerdir.
Buralarda dolaşan kişi, bu mekânlardaki mistik ve tarihi havayı teneffüs ederek mutlaka etkilenir. Esnafın cana yakınlığı ve dürüstlüğü ayrıca kayda değer bir husustur.
Esnafın hemen hemen tamamı, usta çırak geleneğine göre yetişmiş ve yıllardır o mesleği yapan insanlardan oluşur. Babası çocuğunu aynı meslekten bir ustanın yanına “Eti senin kemiği benim” diye koyar. Usta, çocuğa babasından daha yakındır.
Mesleği ile ilgili incelikler başta olmak üzere, hayattaki birçok muaşeret kuralını, mesleği ile ilgili birçok geleneği çocuk, ustasından öğrenir. Askere gidip geldikten sonra ustasının öğrettiği kurallar çerçevesinde mesleğini kendi başına devam eder. Kendisi usta olsa dahi, ustasını gördüğünde hürmette kusur etmez. Her gördüğünde elini öper ve hayır dualarını alır.
Gelenek ve göreneklerin halen canlı olarak yaşatıldığı bir esnaf gurubu Sipahi Pazarı esnafıdır. Sipahi Pazarı’nda karşılıklı olarak yaklaşık elli dükkân bulunur ve dört kapısı vardır. Bu çarşının bir kapısı neçek ve dokuma işlerinin satıldığı Bedesten’e, bir kapısı İsotçu pazarına, bir kapısı ise Eskici Pazarı’na bir kapısı ise Sobacı Pazarı’na açılır. Bu çarşıda halı, kilim, diğer ev sergileri, kürkten yapılmış giyim eşyaları ve halı yastıklar alınıp satılır.
Bu esnafın bir başkanı (Şeyhi); bir de idare heyeti vardır. Bu pazarda alışverişler belirli kurallara bağlıdır. Bu kurallara uymayanlar idare heyeti ve Şeyh tarafından çeşitli cezalara çarptırılır. Sipahi Pazarı dellal başı yetmiş yaşlarındaki Hacı Reşit Beyazatlı, bu çarşının bazı geleneklerini şöyle anlatıyor: “Bu çarşıda esnaftan başka evindeki halısını çeşitli nedenlerle satmak isteyen kişiler, halı almak isteyen kişiler, yaptığı kürkü satmak isteyenler, dokuduğu halısını satmak isteyen kişiler gelir. Bir de bu satışı yapacak olan bizim gibi dellallar vardır. Bu sipahi Pazarı her sabah dua ile açılır. Dellalbaşı dua etmek üzere “Haydi kardeşler mezat başına” diyerek dellalları çarşının girişine çağırır. Yanlarında da esnafın şeyhi vardır. Dellalbaşı ellerini kaldırarak yüksek sesle duaya başlar. “Evvela, Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Ehli İman ve ehli İslâm ervahı şerifleri için, Allah rızası için el Fatiha....” Hazır bulunanlar Fatiha süresini okuduktan sonra duaya devam eder: “Yarabbi Hayırları fethedesin, şerleri def’edesin, münkir, münafık zalimin şerrinden Hıfz-ı emin edesin, Gözedin, kefili almadan parasını vermeyin, mal sahibinin harcını unutmayın, cümleten hayırlı işler” diyerek duayı bitirir.
Böylece dua ile açılan mezat başlar. Üretici veya müşteri malını orada bulunan bir esnaf aracılığıyla bir dellaha vererek sattırabilir veya doğrudan bir dellala vererek sattırabilir. Malını sattıracak kişi tanınan bir kişi değilse hırsızlık veya diğer hususlara karşılık mal satışa çıkarılmadan bir kefil istenir. Kefil verebilirse malı mezata çıkar. Malı dellahlar sırtına alarak oradaki esnafı dolaşır. Esnaftan biri mal için bir kapı açar (bir fiyat söyler), bunun üzerine diğer esnaflar açık arttırmaya girerek malı almaya çalışır. Malın çilesi dolunca (dellal malı dolaştırdığı halde artık para söyleyen kalmadığından kim en fazla para söylemişse mal onda kalır. Dellal malı o kişiye vermeden diğer para söyleyenlere uğrayıp “Malı gilan kişiye bi kadara endıriyem” der. Yine de arttıran olmazsa mal sahibine danışır. Mal sahibi malını o fiyata satmaya razı olursa malı alandan gidip parasını alır. Bu paradan %5 Belediye harcı ve %5 de dellallık kesildikten sonra mal sahibine parası ödenir.
Bu pazardan malın satılışı, paranın alınışı, mala para söylenişi gibi hususlar belirli kurallara bağlıdır. Bu kurallar herhangi bir dellal veya esnaf tarafından ihlal edilirse esnaf idare heyeti aracılığıyla çarşının şeyhi, o kişinin “harcını keserek” ceza verir. O esnafın harcının kesilmesi demek harcının kesildiği gün kadar kendisine dellal tarafından mal getirilmemesi demektir. Yani ceza müddetince o esnaf pazardaki açık arttırmadan mal alamaz. Esnaf daha ağır bir suç işlerse dükkân kapatma cezası dahi verilebilir.
Dellalbaşının naklettiğine göre yakın zamanda şöyle bir hadise olmuş; “Mezatta bir halı geziyormuş. Bir müşteri, bir esnafın yanına oturup bu malı kendisine almasını söylemiş, O esnaf da o halıya para söylemiş. Halı en fazla fiyatla kendisinde kalınca halıyı alarak müşteriye teslim etmiş. Sonradan mezatta satılan ve esnafın para söylediği malın yine o esnafa ait olduğu anlaşılmış bunun üzerine o esnafın şeyh tarafından onbeş gün harcı kesilmiş.” Oradaki bir kurala göre esnaf kendi malına para söyleyemez, çünkü malın fiyatını haksız olarak yükseltmiş olur. Kendi malına para söylediği tespit edilirse, harcı kesilerek cezalandırılır. Harcı kesilen esnafa dellal mal götüremez. Mal götüren dellal olursa ona da ceza verilir.
Malı satan dellal malın eskiliğini, yırtık ve yanık gibi arızalarını para söyleyen esnafa bildirmek zorundadır. Yine esnaf malının müşteriye satarken malının arızasını söylemek zorundadır. Arızasını bilerek para söyleyen esnaf, mal kendisinde kalınca bu malı almak zorundadır. Malı almaktan kaçınırsa bu esnafa ceza verilir. İşte bu ve buna benzer alışveriş kuralları vardır. Bu kurallar sıkı sıkıya taviz verilmeden halen uygulanmaktadır. Sipahi Pazarı esnafı arasında büyük bir dayanışma ve yardımlaşma da vardır. Esnafın fakirleri gözetilir, giydirilir, evinin ihtiyaçların karşılanır. Bir ihtiyaç olduğunda şeyhin emri ile hemen esnaftan para toplanır ve ilgili hayır işine sarfedilir. Esnaf buna itiraz etmez, memnuniyetle katılır. Dellalbaşının anlattığına göre, geçenlerde halıyı satarken düşüp ölen bir dellalın cenazesini esnaf kaldırmış. Cenaze masrafları karşılanmış ve ailesine de bir miktar yardım yapılmış.
Yine esnaf yılın belirli günlerinde “Tirit” denen yemek yaparak fakir fukarayı doyurur. Bu ve buna benzer birçok ahilik geleneği, bütün canlılığıyla Şanlıurfa’da halen yaşamaktadır.
 
Şanlıurfa'da Sıra Gecesi Geleneği
Tarih süreci içerisinde bazı geleneklerimiz yozlaşmakta, bazıları da çeşitli nedenlerle kaybolmaktadır. Buna karşılık bazı geleneklerimiz ise ilk günkü şevk ve heyecanla sürdürülmektedir. İşte tüm canlılığıyla gerek Urfa, gerekse Urfa dışındaki Urfalıların sürdürmekte oldukları geleneklerden biri “sıra gecesi” geleneğidir.
Yıllardan beri “sıra gecesi” her fırsatta medyanın ilgisini çekmiştir. Sıra gecesinde icra edilen müzik fasılları program yapımcılarının ilgi odağı olmuş ve çeşitli program yapımcıları tarafından çekilerek “sıra gecesi” adıyla hemen hemen bütün televizyon kanallarında yayınlanmıştır. “Zügürt Ağa”, “Eşkıya” gibi birçok filmlerde sıra gecesi sahnesine yer verilmiştir. Bazı televizyon kanallarında “sıra gecesi” adıyla her hafta yayınlanan müzik programları düzenlenmiştir. Birçok gazete ve dergilerde sıra gecesiyle ilgili haber ve makale çıkmıştır. “Urfa sıra gecesi”, “Urfa geceleri” adıyla kasetler çıkarılmıştır. Urfa'ya gelen misafirlere ve üst düzey bürokratlara sıra gecesi” adıyla müzikli eğlence geceleri düzenlenmiştir. Çeşitli kuruluş ve derneklerce, Urfa dışında “sıra gecesi” adıyla geceler düzenlenmiştir. Böylece sıra gecesi, Urfa'da yaşayan bir gelenek olma yolunda, Urfa'nın bir simgesi ve Urfa kültürünün bir tanıtım gecesi olmuştur.
Sıra gecesi adı altında düzenlenen televizyon programlarının bir kısmında sıra gecesi içindeki sohbet, oyunlar ve müzik gibi bölümler yansıtılmaya çalışılmışsa da, birçoğunda sıra gecesinin sadece müzik faslı bölümü yer almıştır. Bu nedenle de sıra gecesi denildiği zaman, yaygın olarak “müzik gecesi” anlaşılmaktadır. Halbuki müzik, sıra gecesinin sadece bir bölümüdür. Sıra gecesinin müzik yanında çok daha başka fonksiyonları vardır.
 
Sıra Gecesi” Nedir?
Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki gençlerin veya orta yaşlardaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın evinde olmak üzere, haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa'da “sıra gecesi” denmektedir. Kısaca; “sıra gecesi” bir arkadaş grubunun haftada bir olmak üzere bir araya geldikleri toplantılardır.
 
Sıra Gecesinin Urfa Kültür Hayatındaki Yeri
Sıra gecesinin Urfa kültür hayatındaki yerini şöyle özetleyebiliriz. Urfalı, genç yaşından itibaren sıra gecesine katılarak, cemaatle oturup kalkmayı, gelenek ve göreneklerini, adâb-ı muâşeret kurallarını, cemaatte konuşmanın adabını, yeri geldiği zaman konuşmayı, yeri geldiğinde dinlemesini bilmeyi, büyüğüne saygıyı öğrenir. Bu yönüyle “sıra gecesi” bir halk mektebidir.
Sıra gecelerinde zaman zaman çeşitli kitaplar okunur ve yorumları yapılır. Bu yönüyle “sıra gecesi” bir eğitim-öğretim müessesidir.
“Sıra geceleri” acıyı ve mutluluğu paylaşmaktır. Sıra arkadaşlarından birinin yakını ölse, diğer sıra arkadaşları cenazenin hazırlanmasından kaldırılmasına kadar arkadaşlarının yanında olurlar, arkadaşlarının acısını paylaşırlar. Düğün, sünnet vs. gibi mutlu günlerde yine arkadaşlar bir araya gelir ve mutluluğu paylaşırlar.
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi ve yaygınlaşmasının en büyük nedeni sıra geceleridir. Bu geceler bir usta çırak geleneğine uygun olarak müziğin öğretildiği ve icra edildiği meşk ortamıdır. Bu yönüyle sıra geceleri bir “Halk konservatuarı”dır.
Keklik, at gibi belirli hayvanlara merakı olanlar, sıra gecelerinde sevdikleri konuları konuşurlar; bu yönüyle sıra gecesi bir cemiyet, bir dernek gibidir.
Urfa'nın sosyal, kültürel ve ekonomik sorunları sıra gecesinde konuşulur ve tartışılır, çözüm yolları üretilir. Bu yönüyle sıra geceleri birer istişare toplantılarıdır.
Sıra geceleri sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğunlaştığı ve pratiğe dönüştüğü yerdir. Sıra arkadaşları kendi aralarında yardımlaşma sağladıkları gibi, sıra gecelerinde toplanan paralarla fakirlere yardım edilir.
Sıra geceleri nezih bir sohbet ortamıdır; ilim ve irfan sahipleriyle sohbetler edilir. Şiirler dinlenir, kültür ve edebiyat üzerine konuşulur.
Sıra geceleri geleneksel “Tolaka” ve “Yüzük fincan” oyunlarının oynandığı, geleneklerin yaşatıldığı gecelerdir.
Sıra gecesi, Urfa ve Urfalının tanıtımının yapıldığı bir lobidir.
Sıra gecesi; zengin Urfa sofrası yemeklerinden çiğköfte ve tatlılarının yenildiği, misafirlere tanıtıldığı ortamlardır.
 
Sıra Gecesine Geliş
Sıraya geliş saati daha önce belirlenen saatlerde olur ve büyük bir önem taşır. Herkes belirlenen saatte gelmek zorundadır. Belirlenen saatte gelemeyen, önceden tespit edilen para cezasını ödemek zorunda kalır. Sıraya gelenleri, ev sahibi kapıda karşılar ve oturulacak odaya alır. Sıraya önce gelenler ayağa kalkarak gelene buyur eder. Sıraya gelen selam vererek herkesle tokalaşır ve uygun yere oturur. Sırada yaşça büyük olanlar üst tarafta, yaşça küçük olanlar kapıya yakın oturur. Ev sahibi ve sıraya daha önce gelenler, sonradan gelenlere “merhaba” derler; sıraya gelen de onlara “merhaba” diyerek karşılık verir. Daha önce gelenler çoksa cemaatin hepsine birden merhaba anlamına gelen “cemaatize rahmet” der.
 
Sıra Gecesinde Misafir Ağırlama
Sıra grubundan olan biri beraberinde misafir getirebilir. Misafire odanın üst tarafında yer verilir. Sıraya gelen misafirler, sıraya getiren kişi tarafından tanıştırılır. Sıradakiler de misafire tanıştırılır. Sıradakilerin tanıştırılması, misafiri getiren kişi tarafından yapılır veya sıradakiler tek tek sıra ile kendilerini tanıtırlar.
 
Sıra Gecesinde Sohbet
Sıra gecelerinin en önemli fonksiyonlarından biri sohbettir. Sohbete, sıraya gelenlerden hal hatır sorularak başlanır. Sıraya gelenler birbirlerine sıhhat durumlarını, iş durumlarını sorarak sohbete başlarlar. Sohbet birçok konuda derinleşerek devam eder. Sohbet konuları arasına, o haftaki aktüalite, piyasanın durumu, ekonomi, siyaset ve dini konular gibi birçok mevzu girer. Sohbet konusu sıra gezenlerin ilgi alanlarına göre de değişiklik gösterir. Sıra gezenler kuş meraklısıysa, ağırlıklı olarak kuşlar üzerine; müzik meraklısıysa, müzik üzerine; kültür ağırlıklıysa, edebiyat ve şiir üzerine sohbet ederler. Muhtarların gezdiği sırada mahallenin sorunları, siyasi durum vs., dini ağırlıklı bir sıra ise, dini konular sohbetin ana konularını oluşturur.
Sıra gecelerinde konuşulan konular, sıra gezenlerin mesleklerine, kültür ve sanat yapılarına, tahsillerine göre değişiklik arz etse de, sırada; sağlık, eğitim, siyaset, ekonomi, sanat, edebiyat, dini konular, Urfa'nın sorunları; Türkiye ve dünya meseleleri gibi hemen her konu konuşulabilir.
Bazı sıra gecelerine, sıradakilerin merak ettikleri veya ilgi duydukları konunun uzmanı bir misafir özellikle çağrılır ve onun konuşması dinlenir, ondan istifade edilmeye çalışılır.
 
Sıra Gecesinde Oyun
Sıra gecelerinde eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek üzere bazı geleneksel oyunlar oynanır. Bu oyunlardan en yaygın olanları “Tolaka” ve “Yüzük Fincan” oyunudur.
Tolaka Oyunu: En az 5-6 kişi ile oynanan bir oyundur. Bu oyunun oynanabilmesi için iki araç gereklidir. Birincisi, avuç içine sığacak kadar büyüklükte bozuk para veya yüzük; ikincisi ise, oyunda ceza alan oyuncunun eline vurmak üzere bükülmüş boyun bağı (atkı), havlu veya kemer, İşte bu ceza aletine “tolaka” denir.
Oturan oyuncular iki elini birleştirerek ileri uzatır. Ebe, avuç içine saklanacak şeyi eline, ceza aleti tolakayı da koltuğunun altına alarak ayağa kalkar. Bu sırada diğer oyuncular ellerini birleştirmiş ve ileriye doğru da uzatmış olarak ebeyi beklemektedirler. Ebe, her oyuncunun önünde durarak, elini oyuncuların birbirine yapışık ellerinin içinden geçirir. Elindeki bozuk parayı oyuncuların ellerine bırakır gibi yaparak tüm oyuncuları dolaşır. Ebe, bu işi birkaç defa tekrarlar.
Ebe tüm oyuncuları birkaç defa dolaşırken, saklanacak olan bozuk parayı kimseye belli etmeden herhangi bir oyuncunun eline bırakır.
Bozuk para eline bırakılan oyuncu hiç sesini çıkarmaz, renk vermez. Ebenin sorduğu herhangi bir oyuncu saklanan paranın kimde olduğunu bilirse, ebenin eline ceza aleti ile bir tane vurur ve kendisi ebe olur. Yeni ebe de oyundaki yerini alınca oyuna devam edilir. Ebenin sorduğu oyuncu, paranın kimde olduğunu bilmezse, bu defa ebe onun eline ceza olarak (paranın saklı olduğu oyuncunun söylediği kadar) vurur. Oyuna da yine aynı ebe devam eder.
 
Yüzük Fincan Oyunu: Bu oyun için en az 5, en çok 10 kulpsuz fincan (acı kahve fincanı) ve bir yüzük gerekmektedir. Bu oyun için sıra elemanları iki gruba ayrılır. Bir grup tepsiyi ve fincanları alarak gizliden yüzüğü tepside ters dizili fincanlardan birinin altına saklar. Karşı grubun tepside ters dizili fincanların altından yüzüğü bulması oyunun temel özelliğidir.
Oyuna başlayan taraftan biri tepsiyi görünmeyen bir köşeye götürür ve fincanlardan herhangi birinin altına yüzüğü saklar. Tepsiyi yavaşça karşı tarafın önün bırakır.
Karşı taraf oyuncuları aralarında tartışarak, yüzüğün hangi fincanın altında olduğunu bulmaya çalışır. Fincanları kaldırmak, karşı tarafın temsilcisi tarafından yapılır. Temsilci, ellerini fincanların üzerinde şöyle bir gezdirirken, karşı taraf oyuncuları fincanı saklayanların yüzlerine bakar ve heyecanlanıp heyecanlanmadıklarını anlamaya çalışır. Dolu fincan üzerindeyken herhangi birinin yüzü değişirse, o fincanı kaldırması gerektiği konusunda temsilcilerini uyarırlar.
Temsilci, fincanı kaldırmadan fincanın “boş” veya “dolu” olduğunu söyler. Temsilci birinci fincanı kaldırırken “dolu” der ve yüzüğü bulursa takımına 10 sayı kazandırır ve aynı zamanda tepsiyi hazırlama kendi takımına geçer. Ama “boş” dediği fincanları tek tek kaldırırken yüzüğü bulursa, fincan adedi kadar sayı alabilirler. Diğer tarafta kaldırılmayan fincanların sayısı kadar sayı verilir. Yüzüğü ilk saklayan taraf yüzüğü saklamaya devam eder.
Oyun bu şekilde önceden kararlaştırılan sayı bulununcaya kadar devam eder.
 
Sıra Gecesinde Müzik
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi, yaşatılması, yeni bestelerle sanatçıların ortaya çıkışında en önemli faktör sıra geceleridir, denilebilir. Sıra gecelerinde usta-çırak geleneği içerisinde müzik icra edilir. Herhangi bir enstrüman çalan veya okuyabilen kişilerin oluşturduğu sıralarda Urfa makam geleneği içerisinde müzik icra edilir. Müzik faslı Rast veya Divân makamından başlayarak Uşşak, Hicaz ve gecenin durumuna göre diğer makamlarla devam ederek Kürdi veya Rast makamıyla son bulur. Bu makamlar icra edilirken o makama göre şarkı, türkü okunur. Arada ise hoyrat ve gazel okunur. Müziğe yeni başlayanlar, bu gecelerde ustaları dinleyerek müzik bilgisi alır ve makamları öğrenirler. Bu yönüyle sıra gecelerine “halk konservatuarı” da denilebilir. Urfa'nın yetiştirdiği Mukim Tahir, Kel Hamza, Damburacı Derviş, Tenekeci Mahmut, Kazancı Bedi, İbrahim Tatlıses, Mehmet Özbek, Mahmut Coşkunses gibi, daha sayabileceğimiz birçok ünlü, sıra gecelerinde yetişmiş ve ustalık dönemlerinde da çırakları kendilerinden istifade etmiştir.
 
Sırada Disiplin ve Yargılama
Sıra gecelerinin temeli disiplindir. Sıra gecesine gelişten ayrılışa kadar kurallar dizisi vardır. Sıraya katılan kişi bunlara kesinlikle uymak zorundadır. Bu kurallara uymayan, uyum sağlayamayan kişi zaman içinde sıradan ayrılmak zorunda kalır. Sıra gecesinin genel kuralları sıraya katılanlar tarafından umumiyetle bilinir. Sıraya gelme saati, kalkma saati gibi bazı kurallar da sıra elemanlarının ortak kararıyla belirlenir. Bu alınan kararları sıra başkanı uygular.
 
Sırada Acı Kahve ve Çay İkramı
Sıraya gelenlere ilk olarak sigara ve acı kahve ikram edilir. Acı kahveye Urfa'da “Mırra” denilir. Acı kahve yapmak için önce çekirdek kahve kavrulur ve iri çekilir. Çekilen kahve “gümgüm” denen büyükçe cezveye konularak iyice kaynatılır, kaynayan kahve başka bir cezveye süzülür, dinlenen kahve tekrar süzülür. Süzülen kahveye “hel” denen ve özel bir tad veren bitki tohumu da konur ve kaynatılarak sıcak olarak misafirlere ikram edilir. Kahve, misafirlere özel kulpsuz fincanlarla sunulur. Mırra, fincanın dibine az miktarda konulur ve iki defa verilir.
Acı kahvenin yapılması gibi, içilmesinin de kendine has kuralları vardır. Bu kurallardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz.
Sıra gecesinde acı kahve, misafirler ilk geldiğinde ve kalkacakları sırada olmak üzere iki defa ikram edilir. Her ikramda fincana az miktarda acı kahve konur, misafir kahveyi içer ve fincanı geri uzatır. Mırrayı dağıtan, tekrar fincana az miktarda kahve koyarak misafire verir. Misafir ikinci kez uzatılan kahveyi de içerek teşekkür eder ve fincanı, kahveyi dağıtana geri verir. Burada iki püf noktası vardır. Kahveyi içen, kahve fincanını yere koymamalı ve mutlaka kahveyi verene iade etmelidir. Kahveyi içenin fincanı yere veya masaya koyması kahveyi dağıtana büyük hakaret sayılır. Bunun cezası kahveyi veren bekârsa, evlendirmesi veya fincanın altınla doldurulup bunun kahveyi dağıtana verilmesidir. Urfa'ya gelen yabancıların çoğu bu kuralları bilmedikleri için çoğu kez fincanı yere koyar, orada bulunan, bu kuralı o yabancıya hatırlatır ve kahveyi dağıtana da onun yabancı olduğunu ve bu kuralı bilmeden fincanı yere koyduğunu, amacının hakaret olmadığını söyleyerek “hoş görmesini” ister.
Sırada, acı kahveden sonra çay ikram edilir. Çay biraz geciktiğinde, sıra arkadaşlarından bazıları esprili bir şekilde çayın geciktiğini ev sahibine hatırlatırlar; “Yahu bu çayiz Halep'ten mi geli?”, “Niye bele gecikti”, “Çay suyiz yoksa komşıdan getırah” veya birkaç arkadaş “Çay içinde adalar” gibi içinde çay geçen türküleri söylemeye başlarlar. Ev sahibi çayın geciktiğini anlar ve hemen çayları getirir.
Sıra gecesinde acı kahve ve çaydan başka, yazın ayran ve şurup ikram edildiği de olur. Sıra gecelerinde alkollü içki kesinlikle içilmez.
 
Sıra Gecesinin Baş Yemeği “Çiğköfte”
Sıra gecelerinde yemek olarak “çiğköfte” yapılır, nadiren diğer yemekli sıra geceleri de vardır. Diğer bir ifade ile “Çiğköfte” sıra gecelerinin değişmez yemeğidir diyebiliriz. Sırada sohbet veya müzik faslı biterken köfteyi yoğuracak kişi ve ona yardımcı olacaklar köfte yoğurmak üzere kalkarlar. Daha önce bulguru, eti, isodu (kırmızı pul biberi) ve diğer malzemelerin hazırlanmış olduğu diğer odaya geçerler. Köfteyi yoğuracak olan, elini güzelce yıkayarak işe başlar. Köfte kıvamına geleceği sırada, sofra serilmeye başlanır. Köfte ile beraber yenilecek has (marul), beyaz lahana, salatalık, turp, nane, pırpırım (semizotu) ve Urfa'da yetişen hardal, kuzukulağı, suyarpızı, tuzik pendik ve tere gibi dere otlarından mevsimine göre bulunanlar sofraya dizilir. Ayran ve ekmek de sofraya konulduktan sonra hazır olan çiğköfte herkese bir tabak olacak şekilde servis yapılır.
İyi köfte yoğurmak bir meziyettir. Sıraya gelen her kişi iyi köfte yoğuramaz. Her sıranın köfte yoğuranı bellidir ve o kişi veya kişiler sıra gecesinde köfteyi yoğururlar. İyi yoğuramayan biri, köfte yoğurursa köfteyi hamurlaştırır, yiyenler “yuvalak köftesine benzemiş” gibi nüktelerle yoğurana takılırlar; köfteyi yoğuran, yoğurduğuna yoğuracağına pişman olur.
Sırada çiğköftenin yanında bostana, salatalık veya maruldan yapılmış cacık, zeytin bostanası veya koruk salatası, çoban salatası gibi salata ve cacıklar ikram edilir.
 
Sıra Gecesinde Tatlı
Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra kadayıf, şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği, küncülü akkıt, palıza, şıre gibi mahalli tatlılardan herhangi biri ikram edilebilir. Sıra sahibinin hanımı maharetli ise, bu tatlılar evde hazırlanır, yoksa çarşıdan alınır.
 
 
Sonuç
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: “Sıra gecesi” bir halk mektebidir, eğitim ve öğretim müessesesidir, arkadaşlıkların dostluklara dönüştüğü, dayanışma ve yardımlaşmanın, hoş sohbetin, müziğin, edebiyatın harman olduğu gecelerdir.
Şanlıurfa kültür hayatında önemli bir yere sahip olan “sıra geceleri” geleneği çok yaygın bir şekilde Urfa'da ve Urfa dışındaki Urfalılar arasında halen devam etmektedir. Birçok geleneğimizin yozlaştığı ve bir kısmının kaybolduğu günümüzde sıra gecesi” geleneğinin yaşıyor olması bir şanstır, bir güzelliktir. Sıra gecesi geleneğinin sürdürülmesi, bu kadar olumsuz tesirlere karşı halkımızın kendi milli değerlerine sahip çıktığının bir göstergesidir. Bu nedenle “sıra gecesi” geleneğinin bugün olduğu gibi yarınlarda da devam etmesi halisâne dileğimizdir.
 
 
Meyan Şerbeti (Biyan Balı) ve Şanlıurfa Folklorundaki Yeri
Şanlıurfa’da halkın “biyan balı” dediği şerbet, meyankökünden yapılan bir içecektir. Hekimlik ve eczacılıkta yeri olan bir bitkinin kök ve rizomlarının tokmakla ezilip suda bekletilmesiyle elde edilmekte olup, Şanlıurfa’da sıcak yaz günlerinde yüzyıllardan beri aranılan, çok lezzetli, ucuz ve ideal bir serinletici içecektir. Günümüzde ise yerini gazoz ve kolalı içeceklere bırakmış gibi görünüyorsa da “Biyan balı”nın kadrini bilenlerin bundan vazgeçmesi mümkün değildir.
Meyankökü ve özü eski çağlardan günümüze kadar birçok hastalıkta ilaç olarak da kullanılmış olup, tabiatın insanlara sunduğu “her derde deva” olarak kabul edilmiş bir bitkidir.
Sıcak günlerde çarşılarımızda satılan meyan şerbeti ise kolalı içeceklere göre sağlığa çok daha yararlıdır. Temiz bir şekilde hazırlandığı ve sunulduğu takdirde, yerli malı bir içecek olarak yıllarca tüketilmeye devam edecektir. Zaten titiz ve meraklı şerbetçilerin yaptığı iyi şerbetler daima aranan ve tüketilen şerbetlerdir.
Bir zamanlar eczacı bir hemşehrimiz olan Fuat Mirkelam’ın bu işi ele alıp, el değmeden tamamen makinalarla “miyanko” adıyla üretmeyi düşündüğünü ama sonradan İstanbul’a yerleştiğinden bu girişimi gerçekleştiremediğini Dr. İhsan Barlas bir yazısında nakletmiştir.
Meyankökü bitkisinin, kullanılan kökü dışında kalan dal ve yaprakları çeşitli yerlerde yakacak olarak da kullanılır.
 
Meyankökü Bitkisinin Yetiştiği Yerler
Meyan bitkisi, Dünya’nın pek çok yerinde kendiliğinden yetişen çok yıllık otsu bir bitkidir. Ülkemizde; Trakya, Marmara bölgesi ve Karadeniz sahilleri hariç tüm Anadolu’da özellikle akarsu kenarlarında yetişir. Çoğunlukla; Muş, Bingöl, Kars, Siirt, Diyarbakır, Urfa, Antakya ile Ege Bölgesinde ve Çukurova’da; bölgemizde ise yaygın olarak Birecik’te ve Fırat Nehri kenarlarında bolca yetişmektedir. Bölgemizde yetişenlerin üstün kalitede olduğu bilinmektedir.
 
Bitkinin Özellikleri
Bitkiler aleminin Leguminosac familyasında Glycyrrhiza glabra ismiyle yer alan bu bitkinin esas kullanılan kısımları üç senelik kuru kök ve rizomlarıdır. Meyankökü bitkisi 90-120 cm boyunda, gövdesi yukarıya doğru veya yataydır. Bileşik yapraklıdır. Salkım şeklinde çiçekleri ise genellikle mavimsi veya koyu leylak renginde olup haziran ve temmuz aylarında açarlar. Kökleri 0,5-2,5 cm çapında ve 15-50 cm uzunluğunda silindir çubuklar halindedir. Tadı önce tatlı, sonra acımsıdır. Kabuklu olanları esmer renkte, kabuğu soyulmuş olanlar ise sarı renktedir.
Meyankökünde nişasta, şeker, zamk, reçine, flavon türevleri ve glisirizin bulunur. Glisirizin, glukozit yapısında bir madde olup meyankökünün etkili maddesidir. Tadı şekerden elli kat tatlıdır. Köklerdeki oranı %5-13 arasında değişir.
 
Meyan Balı
Meyankökü bitkisinin köklerinin kaynar suda işlenip meyanlı suyun yoğunlaştırılmasıyla elde edilen özüttür. Piyasada toz, silindir çubuk ya da dört köşe parçalar halinde bulunur. Parlak siyah renkli, özgül tatlı bir kütledir. Suda kolaylıkla erir. Bileşimi meyanköküyle aynıdır, ama glisirizin oranı daha yüksektir (%20). Göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici, mukozaları koruyucu ve yara iyileştirici etkisi vardır. Bu nedenle bazı pastillerin bileşimine girer. Mide hastalıklarında da kullanılır.
 
Sanayide Kullanımı
Meyankökü bitkisinin kök ve rizomlarından eriyen maddelerin kısmen veya bütünüyle alınmasıyla elde edilen meyan özü, sanayi alanında kolalı meşrubat imalatında kişnişle karıştırılıp katkı maddesi olarak; bira üretiminde ise köpük oluşturucu olarak kullanılmaktadır. Ayrıca doğal boyamacılıkta ve tahin helvası üretiminde yeralmaktadır. Sigara üretiminde ise belli oranlarda tütüne karıştırılarak nikotinin etkisini azaltıcı olarak da kullanılmaktadır.
 
Pazarı ve İhracatı
Meyankökü Türkiye’nin önemli ihraç ürünlerinden biridir. Dünya ticaret alanında geniş yeri vardır. Özellikle Amerika, Avrupa ve Japonya gibi ülkeler, meyankökünün pazarıdır. Ülkemizde yetişen meyankökünün az bir kısmı tüketilmekte, geri kalanı ise ihraç edilmektedir. Eskiden kök üretimi Ege bölgesinde yapılırdı, ticaret merkezi ise İzmir idi. Günümüzde daha çok Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde toplanmaktadır.
Gaziantep, Muş, Siirt ve İzmir’de kurulmuş fabrikalarda meyankökü, çeşitli sanayi kollarında kullanılmak üzere işlenmekte, ayrıca birçok ülkeye ihracatı yapılmaktadır. Şanlıurfa’da da bir yatırım sektörü olarak düşünülebilir.
 
Tıbbi Özellik ve Faydaları
Meyankökü, özü ve şerbeti çok eski yıllardan beri gerek halk, gerekse hekimler tarafından çeşitli hastalıklarda kullanılmıştır.
Bu içeceğin içinde %10 kadar bitkisel tabii şekerin yanısıra, balgam ve idrar söktüren Benzoatlı maddeler yer almakta olup, ayrıca tükürük çoğaltıcı ve terlemeyi kolaylaştırıcı, reçine ile köpüren ve renk veren maddeler de bulunmaktadır.
Böbrek rahatsızlıklarının giderilmesinde idrar söktürücü olup, böbrek ve idrar yollarındaki taşları düşürdüğü bilinmektedir.
Her türlü öksürük ile bronşların temizlenmesinde, göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak sabah akşam ağıza nohut büyüklüğünde meyan balı alınarak emilir.
Nefes darlığına iyi gelir ve aynı zamanda sesi güzelleştirir.
Mide ile oniki parmak bağırsağındaki ülsere, gastrite ve sinir zaafiyetine iyi geldiği görülmüştür.
Susuzluğu giderir, iştah açar, vücuda serinlik ve zindelik verir.
Hazmı kolaylaştırır, bağırsaklara rahatlık verir ve kabızlığı giderir.
İlaç sanayinde ise, tabletlerin hazırlanmasında kullanılmaktadır.
 
Şanlıurfa’da Şerbetçilik
Meyankökünden yapılan Şerbet satıcılığı Urfa’da bir meslek dalı olmuştur. Birçok şerbetçi bu mesleği çocuklarına da öğretir ve ailece bu mesleği icra ederler. Şerbetçilerimiz sıcak yaz günlerinde genelde tarihi çarşılarımızın bulunduğu mekânlarda (Sarayönü ile Balıklıgöl arasında kalan bölgede) dolaşıp halk tarafından çok ilgi duyulan bu güzel içeceği sırtlarında taşıyarak satarlar. Meyan şerbetine Şanlıurfa’da “Biyan balı” da denmektedir. Bölgemizde; Gaziantep, Diyarbakır ve Mardin’de de içecek olarak kullanılmaktadır.
 
Meyan Şerbeti (Biyan Balı)’nin Yapılışı
Meyankökü topraktan söküldükten sonra üstündeki toprak, çamur gibi tabii kirler temizlenerek ortalama 20 cm uzunluğunda kesilerek güneşte veya sıcak bir yerde kurutularak saklanır. Bu köklerin tatlı ve güzel bir kokusu vardır. Daha sonra bu çubuklar tokmakla dövülüp elyaflar haline getirilir. Sonra “teşt”e (bir tür büyük leğen) konur, üstüne bir miktar su serpilir. Elyaf bu az miktardaki su ile birlikte elle karıştırılır, 1 kg elyafın içine 1 çay kaşığı karbonat olacak şekilde yeteri kadar karbonat eklenir ve hamur gibi yoğurulur. Elyaf, serpilen suyu çekince tekrar su verilerek karıştırılmaya devam edilir. Bu işlem birkaç kez tekrarlanır. Daha sonra kitle yeterli oranda ıslanınca tahtadan yapılmış bir teknenin içine konulur. Birkaç saat sonra teknenin ön tarafındaki delikten, ıslak olan meyankökü elyafından şerbet süzülmeye başlar. “Teşt”te birikmeye başlayan şerbet özüne belli bir oranda su katılır. Teşt içindeki şerbet, tasla bir müddet karıştırılır. Bu arada köpükler oluşur ve bu köpükler tas ile alınarak teknedeki meyankökü elyafının üzerine dökülür. Köpükler, elyafın özündeki maddenin daha iyi çözülmesiyle şerbetin berrak ve lezzetli olmasını sağlar. Teştte biriken koyu kıvamdaki şerbet güğüme konulur, belli bir oranda su ilave edilip karıştırılır ve buz parçaları da konularak satışa çıkarılır. Usta şerbetçiler buz parçalarını, krom sacdan yapılmış ince uzun ve ağzı kapalı bir termosa koyarak güğümün içine bırakır. Bu şekildeki soğutmada eriyen buzun suları şerbete karışmaz.
Çok eskiden buz yapan makinalar olmadığından kışın “karlıklar”da biriktirilen karlardan konulurmuş. Kentin güney batısında yeralan dağlardaki mağaraların zeminlerine oyulmuş, ağız çapları 6-10 m, taban çapları 4-6 m, derinlikleri 8-15 m arasında değişen “karlıklar”ın içi kışın kar doldurulup üzeri samanla kapatıldıktan sonra yazın bir tarafı temizlenerek açılır ve testereyle kesilen karlar şehire getirilip kalıp halinde satılırmış. Karacadağ’dan getirilen kar kalıplarından da istifade edilirmiş.
Anlatıldığına göre, herşey gibi eski şerbetlerin de lezzeti bir başkaymış.
 
Şerbetin Satışı ve Güğümler
Şerbetin satılacağı güğümler çeşitli büyüklüklerdedir. Bunlar 30-40 litre arasında değişen büyüklüktedir. Sarı pirinç veya bakırdan yapılan bu güğümler temiz ve kalaylıdır. İşlemeli ve gösterişli güğümlerin yanısıra, galvanizli sacdan yapılmış sade olanları da bulunmaktadır. 50-60 yıl öncesinde tuluklarda da şerbet satılırmış.
Büyük güğümlerle ve içine bolca buz atılmış vaziyette sırtında şerbetini dolaştıran şerbetçi, geldiğini belli etmek için tunçtan yapılmış üç-dört adet çıngırağı veya elinde taşıdığı küçük tunç tabakları birbirine ritimli vurarak dolaşır. Bu dolaşma esnasında yüksek bir sesle; “Geldim, Bırdayam... Biyanbalıcı”, “Böbrek Doktorı”, “Her derde Deva Beğım” diyerek, çarşı esnafına ve çarşıda gezenlere sesini duyurur. Güzel sesli bazı şerbetçiler ise esprili sözlerle satışını sürdürür. Bazı şerbetçiler imalat yaptıkları dükkânlarında satış yaparlar.
 
Şerbet Satışında Bazı Kurallar
Şerbetçi, şerbet satarken bazı kurallar uygular. Bunların başlıcaları şöyledir: Dükkân sahiplerine veya dükkândaki misafirlere şerbet verdiği zaman genellikle hemen parasını almaz. Bununla ilgili olarak, dükkânın kepenk veya darabasının yan tarafındaki tahtaya verdiği şerbet sayısını belirten bir çizgiyle işaret koyar. Bu satışların toplamını haftadan haftaya veya aydan aya alır. Hesap görüldükten sonra bu çizgiler hemen silinir. Mırracılar da aynı işlemi yaptıkları için çizgi yerleri ve nüansları ayrıdır.
Başka bir kural ise, müşterisi olan bir dükkâncıya yolda rastlayan şerbetçi bu müşterisine şerbet verdiği zaman bu satıştan para almaz ve o kişinin hesabına daha sonra ekler.
Bazı şerbetçiler fakir kimselerden para almazlar. Yine bazı şerbetçilerimiz çarşı-pazarda gördüğü garibanlara, alış veriş için dolaşan yabancılara şerbet ikram ederler. Bu kişiler, “Biz istemedik” derlerse de şerbetçi, “Benden” deyip ikramında ısrar eder ve yabancılar bundan çok memnun olurlar.
 
Ramazan Sofralarında
Sıcak yaz aylarındaki Ramazanlarda iftar sofrasında Biyan Balı bulundurmak Urfa’da vazgeçilmez bir tutkudur. Öğlenden sonra şerbetçilerde oluşan kuyruklar iftar saatine kadar devam eder. Poşet içindeki şerbetini eline alan Urfalı, büyük bir keyifle yorgunluğu biraz azalmış bir şekilde evinin yolunu tutar.
Urfa dışındaki bazı hemşehrilerimiz de Urfa’daki yakınlarına şerbet sipariş ederek gurbette bu içecekle hasret giderirler.
 
Şerbetin Sebil Edilmesi
Bazı hayırsever kimseler çarşıda gezen bir şerbetçi ile anlaşarak güğümündeki şerbetini ücretsiz olarak halka dağıtmasını ister ve şerbetçiye bunun ücretini öder. Şerbetçi de bu işi yaparken “sebil, sebil” diye bağırarak yoldan geçenlere ve o anda etrafında bulunanlara şerbeti bitinceye kadar dağıtmaya devam eder. Ayrıca Cuma günleri namaz bitiminde cami önlerinde ve mezarlıkta cenaze defnedildikten sonra şerbet sebil edenler olur. Bu güzel gelenek Urfa’da halen devam etmektedir.
 
Kısas Köyü ve Kısaslı Aşıklar
Şanlıurfa’ya, “Peygamberler Şehri”, “Müze Şehir”, “Tarih ve Tarım Şehri” ünvanlarıyla anılmasının yanısıra aynı zamanda bir “Musiki Şehri” de diyebiliriz. Yöremizden çok değerli müzisyenler yetişmiş, yurtiçinde ve dışında ilimizi başarıyla temsil etmişlerdir. Bu yöremizdeki kültür değerlerinin içinde musiki, halen çok önemli bir yer tutmaktadır.
“Aşıklar Diyarı” olarak bilinen Kısas Köyü ise Güneydoğu Anadolu bölgesinde aşık tarzı şiir geleneğini sürdüren ve kırk civarında saz şairinin yetiştiği, gönül ehli insanların yaşadığı bir beldemizdir. Köydeki aşıklar kendi deyişlerinin yanısıra usta malı da çalıp söylemektedirler.
Ülkemizde en çok ihtiyaç duyulan birlik ve beraberlik ruhunun oluşmasında âşıklarımızın önemli bir yeri bulunmaktadır.
Kısas’ta yetişen Aşıklar gerek yurt içinde gerekse yurtdışında hayatları boyunca şiirler yazıp, deyişler söyleyerek, bağlama çalarak bu geleneği başarıyla sürdüren sanatçılarımızdır.
Halkın anlayabileceği yalın bir dille yazan, hece vezni kullanan, sazı ve sesi güçlü, kendi deyişlerinin yanısıra usta malı deyişler de okuyan Kısaslı Aşıkların şiirlerinde Alevi-Bektaşi kültürüne özgü motiflerin yanısıra sosyal konular da genişçe yeralmaktadır.
Şanlıurfa’da, aşık tarzı şiir geleneğini sürdüren saz ve söz ustalarının kültür dünyasına tanıtılması ve eserlerinin gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla yapılacak çalışmalar en önemli dileğimizdir.
 
Kısas Köyü Tarihi ve Halkı
Kısas, Şanlıurfa ilinin 12 km güney doğusunda Tektek Dağları’na giden yolun üzerinde, Harran Ovası’nın başlangıcında yeralmaktadır. Dili, geleneği-göreneği ve yaşam biçimi bakımından çevresindeki köylere benzemeyen, fakat şehir merkezi ile benzerlik gösteren ve Şanlıurfa merkezine bağlı bir Türkmen köyüdür. 1992 yılında belde olmuştur. Kısas adının tarih olarak geçtiği en eski kaynakta, 1035 yılında Arapların hâkimiyetindeki Kısas’a Urfa’daki Bizanslıların akınlar yaptıkları bahsedilmektedir.
Kısas adından bahseden diğer eski bir kaynak ise Urfalı Mateos’tur. Vak’ayinâme’sinde ünlü Selçuklu kumandanı Sâlâr-ı Horasan’ın (1065 yılında) Urfa’ya gelişinden “... Sâlâr-ı Horasan, Urfa memleketine geldi ve Çalap (Culap) üzerine yürüdü. Oranın muhtelif yerlerinde şiddetli katliamlar icra etti ve birçok insanı da esarete sürükledi. Sonra Deb denilen kaleye karşı yürüdü. Oranın halkını kâmilen kılıçtan geçirdi. Sonra da Ksaus denen yere gelip karargâh kurdu. Urfa’da bulunan 4000 atlı ve piyade Roma askeri, Türklere karşı yürüyüp Ksaus’a yakın bir yer olan Tılag’a geldiler, bunu gören Sâlâr-ı Horasan askerlerine hücum emrini verdi. Fakat Roma askerleri muharebe daha başlamadan önce kaçtılar... Müslümanlar onları şehrin hendeğine kadar kovaladılar.” diye bahsedilmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki Türkler ilk kez 1065 yılında Kısas’a kadar gelmişlerdir.
J.B.Segal’in, Edessa ‘The Blessed City’ isimli kitabının 233. sayfasında; 1110 yılında Musul valisi Emir Mevdud’un komutasındaki ve diğer Türk komutanlarından oluşan bir grubun Urfa üzerine geldiği, Türklerin Urfa’nın doğusunda, Kısas Kalesi yakınında kamp kurdukları, Urfa’yı kuşatmayıp ancak manastırları tahrip etmekle yetindikleri yeralmaktadır. Kısas’taki höyükte daha önceleri bir kalenin bulunduğu buradan anlaşılıyor.
Yine aynı kitabın 237. sayfasında; “1138 yılında Artuklu beyi Timurtaş, civarda yaptığı birkaç başarılı akın ve savaş sonucunda birçok Frankı öldürdü ve esir aldı. Esirlerle Urfa önüne geldi ve kentin teslimini istedi. Ancak Franklar kenti teslim etmediler. Bunun üzerine Türkler Urfa’nın doğusundaki önemli bir kale olan Kısas kalesini zaptettikten sonra geri çekilmişlerdir.” diye bahsedilmektedir.
16. yüzyılın sonlarına doğru Mevali Türkmenleri’nin yaşadığı Kısas’ta halkının Suriye’yle Türkmen Culabı (rakka şehrinin çevresinde bir yer) denen bölgeye göç edip yerleştiğini ve köyün uzun süre boş kaldığını söyleyen Sefâî, köyün bugünkü halkının buraya gelişini ise şöyle hikâye etmektedir: “Zeynel Abidin’in torunlarından olduğu söylenen Seyit Ahmet adında bir Türk 1600 yıllarında yakınlarıyla birlikte Horasan’dan buraya gelir yerleşir. Kerâmet ve mûcizeler sahibidir. Fakir fukaraya kazan kaynatan ve sevilen bir zattır. Bizler bu topluluğun evlatlarıyız.”
Aşık Sefâi, Kısas adının ise Emeviler’le Abbâsiler arasında yapılan savaşlarda tarafların “kısasa kısas” davranışlarından geldiğini söylüyor ve ekliyor. “Emevi halifeleri, iktidarları döneminde müslüman halka çok zulmediyorlardı. Nihayet Horasan’dan Eba Müslim denen bir yiğit 40 sene süren bir savaş sonunda Yezid’in oğlu Mervan’ı yendi. Böylece hem Türkler hem de Araplar huzura kavuştular.”
Aşık Sefâî destânımsı hikâyesine devamla şöyle diyor: “Muharebenin çoğu Harran ovasında olur. Emeviler esir aldıkları askerleri bir tepede diri diri yakarlarmış. Eba Müslim tarafı ise esir aldıkları Emevi askerlerini önce yola çağırırlar ve yola girmedikleri takdirde oniki imam aşkına başlarına oniki çivi çakarlarmış”.
Aslında Aşık Sefâî burada, 8. yüzyılda Arap Dünyası’ndaki toplumsal bölünmelerden yararlanarak Emeviler’e karşı bir ayaklanma başlatan Eba Müslimi Horasanî’nin, son Emevi halifesi II. Mervan’ı yenilgiye uğratarak Ebü’l Abbas’ın Abbâsi halifesi seçilmesini sağlayan savaşını, efsânevi bir dille anlatmaktadır.
 
Şah Muhammed
Aşık Sefâî’nin anlattığına göre Eba Müslimi Horasani’nin Emevilerle olan ve kırk sene süren savaşında Eba Müslim’e, Hürzem (Harezm) beylerinden Şah Muhammed ve kardeşi Fatma Hatun yardım etmişlerdir. Şah Muhammed bir gün ava çıkar. Kırk kişilik bir kalabalık görür. Bunların kimler olduğunu öğrenmek üzere adamlarını gönderir. Adamlar gider bakarlar ki kırk kişiden otuz yedisi ölmüş, üçü yaşıyor. Ama onların da dili kesilmiş. Dilsizlerin yazıyla anlatmalarından Eba Müslim’im askerleri oldukları anlaşılır. Eba Müslim’in burada Emevilerle savaş yaptığını öğrenen Şah Muhammed, şimdiye kadar mücâdeleye girmemiş olduğuna kahırlanır. 40.000 askeriyle savaşa katılır ve altın tahtını Eba Müslüm’e hediye eder. Uzun yıllar süren savaşlar sonunda Şah Muhammed bir savaşta şehit düşer. Türbesi halen Kısas’ta bulunmaktadır ve önemli bir ziyaret yeridir.
Hazreti Ali yanlısı oluşu ve Kerbela faciasının öcünü almak için Emevilere karşı savaşması ile Eba Müslüm, Anadolu’da bulunan inanışlar arasında olduğu gibi Kısas halkının zihninde de efsânevi bir kişiliğe bürünmüştür.
 
Kısas’da Sosyal ve Kültürel Yapı
Kısas halkı tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Buğday, arpa, pamuk, mercimek, fıstık yetiştirilmekte; az ölçüde bağcılık da yapılmaktadır. Son yıllarda sulu tarıma geçilmiştir. Ekonomik durum orta düzeydedir. 1997 sayımına göre köy 700 hâneli olup nüfusu ise 5.400’dür.
Beldede; Belediye teşkilatı, Tarım Kredi Kooperatifi, Sağlık Ocağı, İlköğretim Okulu ile Belediye Kütüphânesi, Sulama Birliği, 3 kahvehâne, 3 fırın, 10 bakkal dükkânı, Ziraat Teknisyenliği, PTT acentalığı, 2 Cem Evi ve 2 cami bulunmaktadır. Şehir merkezi ile bağlantıyı sağlayan yol asfalttır.
Çevresinde yeralan; Fiyen, Sultan Tepe, Çekçek, Çamurlu, Köpürlük, Cüdeyde gibi köylerde yoğun olarak Arapça konuşulmasına karşılık; Kısıs’ta konuşulan tek dil Türkçe’dir ve şehir merkezindeki Türkçe’ye göre, daha saf ve daha temizdir. Okuma yazma oranı diğer köylere göre daha ileridir.
Kısas halkı, dinine, geleneklerine, devlete ve Cumhuriyete bağlı; milliyetçi, vatanperver, misafirperver insanlardır.
Köyde ağalık ve büyük toprak sahipliğine rastlanmamaktadır. Herkesin kendine yetecek kadar toprağı bulunmaktadır.
Kısaslılar; “Biz kendimize Alevi diyoruz ama aslında Bektaşi’yiz. Zaten Alevi, Bektaşi aynıdır” demektedirler. Kısas Köyü’nün çoğu Bektaşi olmakla birlikte köyde Sünni Türkmenler de yaşamaktadır. Bektaşilerin iki cem evinin yanısıra Sünnilerin de köyde iki camileri vardır. Köyde manen ayrılıklardan dolayı bugüne kadar hiç kavga olmamış, zaman zaman olan kavgalar ise başka kaynaklıdır.
 
Gelenekler
Kısas, geleneklerini yaşatmaya çalışan gönül ehli insanların beldesi ve aşıklar diyarıdır. Düğün geleneği kısmen değişmiş olup bazı aileler şehirde düğün salonlarında düğün yapmaktadır. Eskiden köyde yapılan düğünler çok şenlikli olup on gün sürermiş.
Ölümle ilgili gelenek ise Kısas’ta şöyledir: Cenaze, evde imam tarafından yıkanır. Mezarlıkta namazı kılınır. Mezar başında hoca, dua okur. Üç gün taziye yapılır. Komşular, cenaze sahibini yemeğe davet eder. Üç gün sonra cenaze sahibi kurban keser ve bütün köyü davet eder (Buna “Topraktan Kaldırma” denir). Taziyede, gelenler tarafından Yasin ve Fatiha sureleri okunur.
Kısas’ta 12 gün Kerbela şehitleri, 3 gün de mas’um-ı pâklar için olmak üzere her yıl muharrem ayında 15 gün oruç tutulur. Oruçta 15 gün boyunca etli yemek yenmez, sakal traşı olunmaz yıkanılmaz, aynaya bakılmaz, su içilmez (Ayran, şerbet içilir). Mecbur kalanlar suyun içine biraz toprak karıştırarak içer. İftarda kana kana su içmek günah sayılır. Oruç sonunda aşure pişer. Kazan başında toplanılarak dua okunur. Aşure’nin yanısıra kurban kesenler de olur. Oruç bitse bile Muharrem ayı içinde kelle ve ciğer gibi yemekler yapılmaz (diğer etli yemekler yapılabilir).
Yılda bir defa Ocak ayında görgü-sorgu kurbanı yapılır. Tarikat mensupları, aralarında para toplarlar. Kurban alınıp kesildikten sonra, Baba: “Razı mısınız birbirinizden?” diye sorar. Küskünler barışır. “Gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin canı” diye yemin verilir. Düşkünler (suç işlemiş kişiler) görgü-sorgu kurbanına katılamaz.
 
Kısas’ta Cem
Cem’de 12 Hizmetin Sahipleri
1- Dede: Sercem de denilir. Cem’i yönetir.
2- Rehber: Cem’e katılanlara yardımcı olur.
3- Gözcü: Cem’de düzeni ve sükûneti sağlar.
4- Çerağcı: Çerağın yakılması, meydanın aydınlatılmasıyla görevli
5- Zakir: Deyiş, Duvaz, Mirac’lama söyler
6- Farraş: Meydanı Süpürür
7- Sakka: İbriktar, saka suyu dağıtır
8- Sofracı: Kurban ve yemek işlerine bakar.
9- Pervane: Samahcı, samah yapanlar.
10- Peyik: Cem’i komşulara haber veren.
11- İznikçi: Cem evinin temizliğine bakar.
12- Bekçi: Cem’in ve Cem’e gelenlerin evlerinin güvenliğini sağlar.
 
Halka Namazı (Kırklar Namazı)
Kısas’ta Cuma akşamları cem evinde yapılan toplantıya “Halka Namazı” ya da “Kırklar Namazı” denilmektedir. Cem’e herkes lokmasını (evindeki yiyeceği) alarak gider. Önce âdâbınca sohbet yapılır, sonra namaza geçilir.
Namazda ilk hizmet sahibi “Selmanı Farraş” önce meydanı süpürür, meydanı açar. Sonra abdest suyu dağıtılır ve herkes elini yıkar. Meydan açılırken çıra duasının (Nur suresi 35. ayet) okunmasıyla delil uyandırılır ve arkasından edebi erkan ile üç Duvaz-ı İmam (Düvâzdeh imâm) birbirine bağlı olarak okunur. Kısa bir ara verilir. Bundan sonra âşıklar fasıla başlar. Burada daha çok Hazreti Ali’yi, Oniki İmamı, Hacı Bektaşı Veli’yi öven medhiye türü şeylerle Duvaz-ı İmam (Oniki imamın adının geçtiği Nefes) okunur. Aşıklar böylece bir fasıl geçtikten sonra kısa bir ara verilir. Gözcü; “Zâkirlerin zikri gerek” der ve ikinci fasıl başlar (Deyişler okunur). Bu da bittikten sonra namaza devam edilir. Üç Duvaz-ı İmam okunur sonra “mi’raçlama” okunur. Mi’raçlama okunurken Hazreti Muhammed’in Mi’rac’a çıkışına sıra geldiğinde topluluk ayağa kalkar ve bir dörtlük ile öylece ayakta okunur. Sonra semaha geçilir.
 
Kısas Köyünde Yapılan Semah
Bu samaha “Kırklar Semahı” denilmektedir. Miraçlama’nın sonunda başlar ve şu şekilde olur.
1- Çark (Hızlı dönüş, pervane) sonunda samah dönenler ayakta durur ve baba gülbeng okur.
2- Duvaz-ı İmam (saz eşliğinde okunurken dönenler oturur)
3- Gülbeng (baba veya dede dualar okur)
4- Semah Yürüyüşü (Turnalar deyişi eşliğinde)
5- Çark (samah dönüşüne bağlı olarak hızlı dönüş) sonunda semah dönenler ayakta durur ve baba gülbeng okur.
6- Duvaz-ı İmam (saz eşliğinde okunurken dönenler oturur)
7- Gülbeng
8- Ağırlama (nenni de denir, samah dönenler ayakta durur)
9- Samah Yürüyüşü (deyiş eşliğinde)
10- Çark (samah yürüyüşüne bağlı olarak hızlı dönüş)
11- Gülbeng (ayakta dua edilir)
12- Tevhid (dönenler ve ayaktakiler diz üstü oturur, Sadık Baba’nın veya Kul Hüseyin’in deyişi okunur)
13- Tevhid’den sonra bir kişi: “Çekelim aşkın yayın, Cem’e girmesin hayın, Tevhid kemalı buldu, Erkan yerini aldı, Diyelim ahhh Hüseyin” der.
14- Gülbeng çekilir
15- Saka Suyu (Saka Hüseyin) iki veya üç görevli, saka suyu duası okunduktan sonra Cem’de oturanlara tas ile su dağıtır ve birer yudum içilir.
16- Lokma ve sofra (getirilen lokmalar sofraya dizilir, yemekten önce ve sonra dua okunur.)
17- Gözcü ortaya gelir “Oniki hizmetin tamamına diyelim Allah Allah”! der. Sonra Baba son gülbengi okur:
“Allah Allah, Allah, Allah, akşamlar hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def’ola, münkirler mat, münafıklar berbad ola. Ya Hazreti Allah namazımızı niyazımızı kabul eyliyesen. Üçler, Beşler, Yediler, Oniki İmam, Ondört Mahsum-ı Pâk, Onyedi Kemerbest ve Kırkların hayli himmetleri; sefa nazarları üzerimizde hazır ve nazır ola, gelmiş görmüş ola, göz gönül katmış ola. Bilerek, bilmeyerek yaptığımız günahlarımızı af ü mağfiret eyleyesen, bin günahımızı bir gerçeğe bağışlayasan. Nur-ı Nebi, Kerem-i Ali, pirimiz-üstadımız Seyyit Hünkâr Hacı Bektaşı Veli. Dil bizden nutuk Hazreti pirden. Gerçeğin demine hû Ya Ali. Oturup duran, pir ve civan ârife nazar, gerçeğe hû; Gaybetsiz başını yastığa koyan sağ yata selâmet kalka; sırrı sır edenin demine hu, hak saklaya, Hızır bekleye cem’i cümlemizi.”
Samahta 3-5-7 kişi dönmekle birlikte, yerin durumuna göre coşan, içi kaynayan samaha kendini katar. Bacılar da isterlerse katılabilirler.
 
Kısas’da Âşıklık Geleneği
Köyde aşıklık geleneği en iyi şekilde muhafaza edilmekte ve sürdürülmektedir. Hemen hemen her evde bir bağlama bulunmaktadır. Bu özellikleriyle Kısas, “Aşıklar Diyarı” ünvanına lâyıktır. Köydeki aşıklardan yurt içinde ve dışında sesini duyuranlar da bulunmaktadır.
Bu halk şairlerimiz, sazlarıyla halkın dilini şiirleştirip duygularını dile getirmektedirler. Ayrıca şiirlerinde geleneklerini, inançlarını, atasözlerini, deyimlerini dile getirip sevdiklerini överler ve onlara ait menkıbeleri şiirleştirirler. Sosyal hayattaki değişiklikler de şiirlere tesir etmektedir.
Köyde yetişen aşıklardan bağlama çalanlar kendi deyişlerinin yanısıra; herkesçe tanınmış, Kısas dışındaki eski aşıklardan Sadık Baba, Sıtkı Baba, Dertli, Derviş Ali, Edip Harâbî, Virâni, Kul Hüseyin, Kul Himmet, Seyyid Nesimî, Şah Hatâyî ve Pir Sultan’ın deyişlerini de (usta malı) okumaktadırlar.
 
Kısas’da Müzik Geleneği
Kısas Köyü halk müziği, Şanlıurfa’ya göre farklı bir zenginlik göstermektedir. Urfa türkülerinde koşma biçimi yok denecek kadar az olup türkülerde ise daha çok mani biçimine rastlanmaktadır. Kısas’ta ise durum bunun tersidir. Yaşlı, genç bütün aşıklar en güzel deyişlerini bir bütünlük içinde koşma biçimiyle söylemektedirler.
Köydeki çalıp söyleyenlerin tümü bağlamada Alevi-Bektaşi müziğinin temel akordu olan bağlama düzenini kullanmaktadırlar. Veli Göncü ise makam (gazel) okurken bozuk düzeni kullanmakta genellikle Kürdi ve Araban gazellerini okumaktadır.
Köyde, Şanlıurfa merkezinde icra edilen tüm makamlar bilinmemektedir. Kısas uzun havalarında Barak yöresi tarzına da rastlanmaktadır. Bu durum boy birliğine bağlanabilir. Köyde, hoyrat türlerinden ise sadece Beşiri hoyrat okunmaktadır.
Dinî bir törenin gereğini yerine getirmekte olan Kısas semahı ise kendine has karakterlerini diğer ezgilere göre daha çok korumuş olup kompozisyon bakımından renkli, şiir yönüyle de çok güzel bir örnek teşkil etmektedir.
 
 
KISASLI AŞIKLAR


KAYNAK:URFA BELEDİYESİ VE URFAKENT
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol